İnsanlar terapistlerine neden yalan söylerler?

Sıklıkla deneyimliyoruz; danışanlarımız potansiyelleri ölçüsünde dürüst davranmıyorlar.

Kumar oynama alışkanlığından kurtulma hedefiyle terapiye gelen bir danışanınız, bir seansa gelerek “Gayet başarılı bir şekilde kumardan uzak duruyorum,” diyebilir. Yanında bulunan eşinin beden dili ise size bunun böyle olmadığını gösterebilir. Danışanınız da ilerleyen seanslarda, belki de daha önce söylediklerini unutarak, son zamanlarda kumarda çok para kaybettiğini itiraf edebilir.

Kimse bize haber vermese bile, danışanlarımızın söylediklerini duyduğumuzda inandırıcı bulmadığımız zamanlar olur. Mesela danışanınızdan alkol kokusu alırsınız. Ama yutkunur, bir şey diyemezsiniz. İşte o tanıdık duygu…

Vaka örnekleri 1

Danışan, ne yaparsa yapsın kilo alamadığından şikâyet ediyor. Annesi terapiye davet ediliyor. “Kızıma her gün hastanede serum verilmeli. Bu kızın bünyesi böyle… Ben de gençken böyleydim…” diyor ısrarla.
Oysa danışanın kendisini zorla kusturduğunun habercisi olan dişleri, ortada duruyor.

Vaka örnekleri 2

Danışan, içki bağımlılığından kurtulmak istediğini söyleyerek terapiye başlıyor. Günde üç dört bira içmesine rağmen, yalnızca bir tane içtiğini söylüyor. Aynı zamanda kullandığı antidepresanların hiçbir işe yaramadığını belirtiyor. Terapide sık sık psikiyatrından yakınıyor: “Bana bu psikiyatrın verdiği ilaç yaramadı.”

Söylemiyor ama belki de içten içe şunu da demek istiyor: “Senin yaptığın terapi zaten tamamen boş konuşma… Konuşarak ne olacak ki?”

Vaka örnekleri 3

Erkek danışan, ereksiyon problemi yaşadığını belirtiyor. Bu problemi daha önce hiç yaşamadığını, iş yerindeki sorunlarla birlikte başladığını ifade ediyor. Evlilik terapisi sürecinde saatlerce bu konu üzerinde çalışılıyor. Ancak danışan, evlilik dışı bir ilişkisi olduğunu ve bu sorunu yalnızca eşiyle birlikte olmaya çalışırken yaşadığını belirtmiyor.

Vaka örnekleri 4

Danışan uyku problemlerinin azaldığını söyler. Bu süreçte geceleri uykuya dalmasına yardımcı olan içki problemi yeniden ciddi bir boyuta gelmiştir.

***

Bu gibi örnekler terapide sıklıkla yaşanıyor. Benim de başıma defalarca geldi. Psikoterapiye birçok danışanımız “sahte” bir yaşam öyküsüyle başlayabiliyor. Zamanla, hem psikoterapi dışında yaşadıklarıyla ilgili hem de terapi süreciyle ilgili içten olmayan geri bildirimlerde bulunabiliyorlar.

Danışanlarımız psikoterapiye gelerek zaman, para ve enerji harcıyorlar. Peki, buna rağmen neden hâlâ arzu ettiğimiz düzeyde dürüst davranma konusunda adım atmıyorlar? Terapisti “kandırarak”, meselelerinden kaçarak amaçlarına nasıl ulaşabilirler?

Düşünün, doktora gidiyorsunuz ama durumun ciddiyetini ona aktarmıyorsunuz. İğneden korkan bir çocuk gibi… Ameliyattan kaçmak, sizi ölüme götürmez mi? İnsanlar genellikle tüm ayrıntılarıyla doktorun her şeyi bilmesini ister.

Peki ya arabanızı tamire götürdüğünüzde? Arabadan gelen tuhaf sesleri tamirciden saklar mısınız? Büyük ihtimalle hayır.

Peki, problemleri hakkında açıkça konuşmanın çözüme götürebileceğini bile bile insan neden yalan söyler?

Önce çuvaldızı kendimize

Sadece bize gelen danışanlarımız değil, birçok psikoterapi eğitimi alan öğrenci de, kendi yüzlerce saatlik analiz sürecinde terapistlerine yalan söyleyebiliyor. Bu konuda yapılmış bir araştırmaya rastlamadım. Ancak bir gün böyle bir çalışma yapılır ve daha yüksek oranlar ortaya çıkarsa da şaşırmam.

Psikoterapi öğrencileri bu analiz sürecini, “madem eğitimim için mecburi, o halde en iyi şekilde faydalanayım” diye düşünmeyebiliyor. Süreci, geçilmesi gereken bir sınav gibi görebiliyorlar. Bu da pek iyi sonuçlar doğurmuyor. Çünkü analist, genellikle danışanın henüz açılmadığını fark ederek sürece daha fazla saat ekleyebiliyor. Ya da tüm süreç, boşa geçirilmiş saatlere dönüşebiliyor.

Benzer bir durum süpervizyon seansları içinde de gerçekleşebiliyor. Terapistler bazen süpervizyonlara örnek olarak başarılı geçen süreçleri taşıyabiliyorlar.

Danışanlar hangi konularda yalan söylüyorlar?

  • Uyuşturucu problemimin bu terapiyle alakası olduğunu düşünmemiştim. O problem bir sene önce bitti zaten.
  • Çocukluğumla ilgili anlatacak bir şey yok. Çok güzeldi. Köyde o zamanlar dostluklar vardı… Hey gidi günler hey…
  • Yalnızca geceleri bir bira içiyorum bu aralar. Bira içmeden uyumakta çok güçlük çekiyorum. Çok iyi oluyor. Bir biradan sonra güzel bir uyku.
  • Terapiden çok faydalanıyorum. Bunun için size gerçekten çok minnettarım. Psikiyatristim de çok iyi, sağ olsun. Sosyal çalışmacım da hakeza.
  • Eşim bana bir fiske bile vurmamıştır bugüne kadar.
    Kocam gerçekten çok düzeldi. O eski hâli yok artık. Bir görseniz… Bana karşı inanılmaz ilgili…

⇒ Blanchard ve Farber (2015) “Terapide yalan söyleme” adında bir bilimsel araştırma yayınladılar., 547 danışanla yaptıkları araştırmaya göre, danışanların yalan söyledikleri durumlardan bazıları şunlardır:

  • İntihar düşüncelerini saklama (Danışanların, terapistten önemli bir bilgiyi gizlemesi, uydurmaya kıyasla 3,5 kat daha sık görülüyor.)
  • Madde kullanımını gizleme
  • Kriminal faaliyetlerinden bahsetmeme
  • Yaşadıkları duygusal güçlüklerin şiddetini azaltma (Danışanların yaşadıklarını küçültme eğilimi, abartma ihtimalinden 6 kat daha fazla görülüyor.)
  • Terapi süreciyle ilgili yalan söyleme oranı %72,6. Bu yalanların en başında, terapinin işe yaradığına dair ifadeler geliyor.

Danışanlar ne kadar sıklıkla yalan söylüyorlar?

⇒ Blanchard ve Farber (2015) araştırmasına katılan 547 danışanın %93’ü, terapistlerine söyledikleri belirgin bir yalanı hatırladıklarını belirtmiştir.

⇒ Aynı araştırmacılar, çalışmayı bu kez 800 danışanla yinelemişlerdir. Bu sefer danışanlara, devam etmekte olan terapilerinde kendilerini ne kadar “dürüst” hissettikleri sorulmuştur. Katılımcıların %84’ü, güncel meseleleriyle ilgili olarak terapide dürüst olmadıklarını ifade etmiştir.

Danışanların yalan söylemesini etkileyen faktörler neler?

Öncelikle, yalan söyleme üzerinde anlamlı bir etkisi olmayan faktörlere bakalım. Danışanın ya da terapistin cinsiyeti, etnik kökeni, eğitim ve gelir düzeyinin etkili olmadığı bulunmuştur.

Etkili olan iki faktör ise yaş ve terapi ilişkisidir. Blanchard ve Farber’in yaptıkları çalışmalarda, genç danışanların daha fazla yalan söylediklerini rapor ettikleri görülmüştür. Bir ya da daha fazla konuda yalan söylediklerini belirten kişilerin, diğerlerine oranla ortalama 4–7 yaş daha genç oldukları bulunmuştur. Bu sonuçlar, terapi dışındaki yalan söyleme üzerine yapılan araştırmalarla da örtüşmektedir. Gençler genellikle daha fazla yalan söyleme eğilimindedir.

Yalan söylemede ikinci etkili faktör ise terapi ilişkisinin kalitesidir. Eğer ilişki zayıf hissediliyorsa, danışanlar daha fazla yalan söyleme eğiliminde olmaktadır.

Danışanları yalan söylemeye iten faktörler nelerdir?

Söz konusu davranışı değiştirme isteklerinin hiç olmaması.

“Ben terapiye bunun için gelmedim. Bırak bu dağınık kalsın.”

Bu tür tepkiler, terapi hedeflerinin net belirlenmemesinden ya da terapist ile danışan arasında bu hedefler konusunda bir uyumsuzluk olmasından kaynaklanabilir. Terapist olarak siz, danışanın yaşadığı sorunları birbiriyle bağlantılı görebilirsiniz. Ancak danışan için bu bağlantılar görünür olmayabilir.

Bunun için karmaşık psikodinamik açıklamalara ihtiyaç da olmayabilir. Örneğin, günde beş-altı bardak kahve içen bir danışan, yoğun uyku problemleri ve kaygılarla ilgili çalışırken kahve alışkanlığından hiç bahsetmeyebilir. Siz, her seansa elinde koyu kahveyle geldiğini gözlemleyip ne kadar içtiğini sorduğunuzda, danışan bu alışkanlığın etkisini küçümseyebilir: “Benim bünyem alışkın zaten.” diyebilir.

Güven Konusunda Genel Olarak Güçlükler Yaşamak

Danışanlar bize neden güvensinler?

Bazı insanların en temel ilişkilerinde bile güven zedelenmiştir. Ebeveynleri tarafından defalarca hayal kırıklığına uğratılmış, sevdikleri tarafından aldatılmış, incitilmiş olabilirler. Hayatlarının en başından itibaren güvenin kırılgan ve tehlikeli bir şey olduğunu öğrenmiş olabilirler.

Danışanlar terapiye önce daha yüzeysel problemlerini getirerek terapisti test edebilirler. Bu hem etkinlik, hem sır saklama hem de nasıl tepki vereceğinizi test etmedir.

Paranoid kaygılar

Şüphesiz kimi danışanların terapiye getirdikleri kaygıları bulgularının bir parçası. Paranoid kaygılar, danışanın terapiste karşı aşırı güvensizlik ve korku yaşamasına neden olur. Bu yüzden gerçekleri saklayıp yalan söyleyerek kendini korumaya çalışabilirler.

Psikoz halleri

Psikiyatri ortamında sık karşılaşılan durumlardan biri, danışanın sanrılarının onu bazı şeyleri konuşmamaya ya da sorulduğunda gizlemeye itmesidir. Bu durum özellikle dinsel temalı psikoz yaşayan danışanlarda ve duydukları sesler emir verici tonda olan hastalarda daha belirgin şekilde görülür. Tanrıdan önemli mesajlar almak vb.

Bir diğer problem ise, bizim “bulgu” olarak değerlendirdiğimiz durumun, hastanın dünyasında gerçek olarak yaşanıyor olmasıdır. Örneğin, hasta “Beni öldürmeye geldiklerini sanıyorum” ya da “Takip edildigimi düşünüyorum” demez; ona göre bunlar zaten gerçektir. Danışanın zihninde yalnızca kendisinin izlediği bir film vardır ve siz de o filmde belli bir rol üstlenmiş olabilirsiniz. Örneğin, kendisinin ünlü biri olduğuna inanıyorsa, sizi de onu sorularla bunaltan bir paparazzi gibi algılayabilir. Dolayısıyla verdiği yanıtlar da bu içsel senaryoya uygun biçimde şekillenir.

Danışanın Önceliğini Göz Ardı Etmek: “

Bu Konuya Terapist Takar Diye Anlatmadım.”

Terapide sıkça karşılaşılan sorunlardan biri, danışanın önem verdiği bir konuda konuşmak isterken terapistin odağının başka bir alana kaymasıdır. Bunun altında yatan bir sebep Sigmund Freud ve “birisi bir yere bakmıyorsa orada mutlaka bir şey mutlaka vardır” bakış açısı olabiliyor. Bazen terapide danışanı kendi hayatının uzmanı olarak görmemiz gerektiğini unutabiliyoruz. Danışan, belli bir meseleye odaklanmak isterken, terapistin ilgisi farklı bir konuya yöneldiğinde şu düşünce oluşabiliyor: “Terapist şimdi bu konuya takılıp kalır.” Bu endişe, danışanın konuyu geçiştirmesine ya da doğrudan gerçeği saklamasına neden olabiliyor.

Bu yaklaşım, danışanın konu değiştirmesini otomatik olarak bir savunma mekanizması olarak görmekten oldukça farklıdır. Sistemik aile terapisi, postmodern bir yaklaşım olduğu için nedensellik kurarken Newtoncu (sebep-sonuç odaklı) bir düşünce sistemine dayanmaz. Bunun yerine çoklu nedenler ve çoklu anlamlar üzerinde durur; böylece danışanın anlatısını olduğu gibi duymaya ve ona alan açmaya öncelik verir.

Sistemik aile terapistleri olarak bizler, danışanla ilgili analizler yapmak yerine hipotezler kurarız. Bu hipotezlere sıkı sıkıya bağlanmayız; işe yaramazlarsa terk eder, yerine yenilerini koyarız. Bu yaklaşım, danışanın söz ettiği bir konuya gereğinden fazla takılıp kalma riskimizi azaltır. Terapi sürecinde kendi düşünce ve varsayımlarımıza körü körüne bağlı kalmak, hem ilişkiyi hem de ilerlemeyi sekteye uğratır. Terapist için esas olan, danışanın gündemini duyabilmek ve onun önceliklerine göre hareket edebilme esnekliğini korumaktır.

Danışanın Kendinden de Saklaması

Danışanların terapide bazı gerçekleri ifade etmekten kaçınmasının nedenlerinden biri de, o gerçekleri kendilerinin de henüz tam olarak kabul etmemiş olmasıdır. İnsanlar çoğu zaman bir seviyede inkâr halinde olsalar da, başka bir düzeyde gerçekle ilgili belli bir içgörüye sahiptirler.

Psikiyatride sıkça verilen bir örnekte olduğu gibi: Kendisinin sandalyeye dönüştüğünü iddia eden bir hastaya “O halde üstüne oturayım,” deseniz, hemen “Ne yapıyorsun sen?!” diye tepki verir. Bu durum, kişinin iddiasıyla çelişen, ama daha derin bir düzeyde gerçeği bilen yanının ifadesidir.

Terapide de benzer şekilde, bazı meseleler açıkça dile getirildiğinde daha somut hâle gelir. Bu da inkâr etmeyi güçleştirir. Danışanlar, kendi kendilerine bile itiraf edemedikleri gerçekleri sözle ifade ettiklerinde, artık o gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacaklarını sezebilirler. Bu yüzden, bazı şeyleri hem terapistten hem de kendilerinden gizlemeye devam edebilirler.

Her Şey Konuşulabilir mi? Utanma, çekinme

Biz her ne kadar “terapide her şey konuşulabilir” desek de, danışanlar her zaman böyle hissetmeyebilirler. Terapinin kabullenici ve yargılamayan atmosferine alışkın olmayabilirler. Özellikle utanç, suçluluk ya da mahremiyet içeren konularda sessiz kalabilir, çekinerek bazı şeyleri gizleyebilirler.

Bu noktada danışana yardımcı olmanın etkili yollarından biri, terapistin bu konulardan çekinmeden bahsedebilmesidir. Eğer siz de bazı şeyleri dile getirmekten geri duruyorsanız, danışan da bu alanlarda konuşmaktan kaçınabilir. Oysa siz konuyu doğal bir şekilde gündeme getirirseniz, bu hem rahatlatıcı hem de normalleştirici bir etki yaratabilir.

Örneğin, panik atakları olan bir danışan psikiyatrik ilaçlar kullanıyor ve eşinden uzaklaştığını ifade ediyorsa, yaşadığı cinsel güçlükleri size kendiliğinden anlatmayabilir. Ancak siz, bu tür ilaçların cinsel yan etkilerinin oldukça yaygın olduğunu belirterek, nazikçe bu konuda bir zorluk yaşayıp yaşamadığını sorabilirsiniz. Bu sayede danışan, yalnız olmadığını ve yargılanmadığını hissederek açılabilir.

Bazı danışanlar ise benlik algılarıyla örtüşmeyen davranışlarını terapiste anlatmakta zorlanabilir. Etik olmadığını düşündükleri ya da utanç duydukları eylemleri gizlemeye meyillidirler. Terapist olarak bu tür durumları sezdiğinizde, danışanınıza kendini affedelicilik konusunda çalışmak isteyip istemediğini sorabilirsiniz.

Terapisti Üzmemek

Bazı danışanlar, terapistlerini üzmemek ya da üzerlerinde duygusal bir yük bırakmamak için önemli konuları saklayabilirler. Bu durum özellikle intihar düşüncelerini paylaşmama şeklinde kendini gösterebilir. Hayatlarında diğer insanlara karşı da benzer bir tutum geliştirmiş olan danışanlar, bu eğilimlerini terapi ilişkisine de taşıyabilirler.

Ağır travmalar yaşamış bireylerde de benzer bir eğilim gözlemlenebilir. Danışan, yaşadıklarını anlatmanın terapisti duygusal olarak sarsabileceğini ya da terapistin kendisini taşıyamayacağını düşünebilir. Özellikle genç ya da deneyimsiz görünen bir terapist karşısında bu kaygı daha da belirginleşebilir. Bu tür durumlarda terapistin, danışana duygusal olarak hazır ve dayanıklı bir eşlikçi olduğunu hissettirmesi önemlidir.

Başlarının Derde Gireceğini Düşünme

Bu durum özellikle danışanın psikoterapi sürecine kendi isteğiyle katılmadığında ortaya çıkıyor. Bunun başında, elbette aile bireyleri tarafından terapiye zorlananlar geliyor. Avusturya’da, şartlı tahliyenin bir parçası olarak terapi sürecine katılma zorunluluğu da olabiliyor. Benzer şekilde, cinsiyet geçişi ya da mide küçültme operasyonlarından önce de bir süre psikoterapi süreci gerekiyor. Bu gibi durumlarda danışan, terapiyi gerçekten kendi isteğiyle başlatmadığı için, bu durum hem tedavi sürecini hem de tutukluluk gibi diğer süreçleri olumsuz etkileyebiliyor.

Danışanların bize güvenmelerini zorlaştıran bazı yapısal ve prosedürel engeller de mevcut. Psikoterapistler sır saklaması gereken meslek grupları arasında yer alırlar. Terapide konuşulanlar genel olarak gizli kalır. Ancak bu “her şey gizli kalır” genellemesini sorgulamakta fayda var.

Danışanlar, terapistlerinin bazı bilgileri paylaşmak zorunda kalabileceğini bildiklerinde, bazı konuları saklamayı tercih edebilirler. Özellikle de bu bilgilerin kendileri açısından ciddi sonuçlara yol açabileceğine inanıyorlarsa… Terapistin muhtamel müdahalelerinden çekinirler.

Danışan: “Terapistime dürüst olmaya çalışıyorum. Ama psikiyatride yatmama sebep olmayacak kadar.”

Psikiyatride yatılı hastaları düşünelim. Hastanın ruh sağlığı uzmanlarına intihar düşünceleri olduğunu söylemesi durumunda, haftasonu izinleri çalıştığım hastanede otomatikman kaldırılıyordu. Hasta isterse yine de gidebilir ama bu durumda da geri dönüp tedaviye başlayamaz. Zira kendisinden beklenen yükümlülükleri yerine getirmemiş olur.

Danışanların dürüst olmaktan kaçınmalarının önemli nedenlerinden biri de, ruh sağlığı uzmanlarının ne gibi yasal yetkilere sahip olduklarını tam olarak bilmemeleridir. Bu belirsizlik, kimi zaman danışanların kafasında bir tehdit algısı yaratabilir.

Örneğin, Avusturya’da psikiyatristlerin—psikoterapistlerin değil—psikotik bir tabloya giren ya da yoğun intihar düşünceleri bildiren hastaların sürücü ehliyetini geçici olarak dondurma yetkileri bulunmaktadır. Eğer bir danışan geçmişte bu yetkinin kullanıldığı bir deneyim yaşamışsa, benzer duygular yeniden ortaya çıktığında bu durumu kimseyle paylaşmamayı tercih edebilir.

Terapide gizlilik ilkesinin sınırları

Psikoterapi kanununda bu durum oldukça açık biçimde düzenlenmiş olup, biz de danışanlarımıza bu sınırları net bir şekilde aktarıyoruz. Avusturya’da rahipler (örneğin günah çıkarırken paylaşılanlar), avukatlar (müvekkillerine yapılan itiraflar) ve psikoterapistler sınırsız sır saklama hakkına sahiptir. Ancak, uygun gördüğümüz durumlarda—özellikle çocuk istismarı gibi ciddi vakalarda—bu gizliliği bozma hakkımız da bulunmaktadır. Bu gibi durumlar haricinde yalnızca danışanın ya da velisinin yazılı izni ile bozarız bu gizlilik ilkesini.

Amerika gibi ülkelerde terapistlerin bu konuda eli kolu daha sıkı bağlıdır. Birçok durumda, danışan hakkında yetkili mercilere ihbar etme zorunluluğu vardır. Kanadalı bir meslektaşım, danışanının gönderdiği intihar mesajları nedeniyle polise haber vermek zorunda kalmıştı. Polis, çelik kapıyı kırarak içeri girmiş, sonrasında terapist ile terapi sürecine olan güven tamamen ortadan kalkmıştı danışanın. Elbette, terapistin danışanı kaybetme endişesi kadar, böyle bir durumun hukuki sorumluluğunu üstlenme korkusu da önemli bir etken oluşturuyor. Genel anlamda kanunlar ne kadar katı olursa, o kadar da ters tepiyor. Zira gizlilik ilkesi olmadan danışanların meseleleri gizleme eğilimi artıyor.

Sigorta kayıtları

Sigorta kayıtları konusu, terapi sürecinde önemli bir gizlilik ve güven kaynağıdır. Kliniklere kabul testleri ve görüşmelerinde konulan teşhisler, danışanların dosyalarında kalır ve bazı ülkelerde sigorta desteği almak için bu teşhislerin kayda geçmesi zorunludur. Bu durum, özellikle bağımlılık, panik atak gibi hassas sağlık bilgilerine erişim imkanı olan sigorta ve işveren tarafında gizlilik endişeleri yaratır.

Birçok danışan, iş başvurularında ya da işlerini sürdürürken bu tür sağlık kayıtlarının açığa çıkmasından korkar. Bu durumda ya özel terapi hizmetlerinden yararlanmayı seçerler, ya da bulgularının bir kısmını gizlerler. Örneğin panik atakları olan ve taksi şoförü olmayı hayal eden bir kişi, bu bilgilerin sır olarak kalacağından emin olmadıkça, risk almak istemez. Bu nedenle, kaygı bozukluğu gibi daha “güvenli” görünen tanılarla terapiye başlarlar ama daha hassas belirtilerini – örneğin halüsinasyonlar ya da alkol problemleri – saklama yoluna gidebilirler.

Bu durum, terapide tam bir açıklık ve güven ortamı oluşturmanın önünde ciddi bir engeldir. Danışanın gizliliğinin korunacağına dair net bilgi ve güvence verilmesi, bu endişelerin azaltılmasında kritik öneme sahiptir. Ancak sistemsel koşullar bazen danışanların tam şeffaf olmasını zorlaştırır.

Danışanlar yalan söylemez demiyorum. Yalan söyleseler ne olur?

Terapinin etkinliğini defalarca psikoterapi araştırmaları ortaya koymuştur. Kısacası şöyle diyebilirsiniz. Yalanla, dolanla… psikoterapi işe yarıyor. Buradan haraketle şunu soruyorum. Diyelim ki “yalan” söylediler. Bu çok mu kötü?

Bu aşamada söylemem gerekiyor sanırım. Terapiye post-modern paradigmadan bakıyorum. Özellikle modernist ve pozitivist bakış açılarıyla bakan meslektaşlarım danışanlarının yalanlarından çok daha fazla rahatsız olabiliyor. En azından daha fazla deşebiliyorlar.

Benim gibi yapısöküm yapı inşa çerçevesinden yaklaşanlar yalan da nedir sorusuna farklı cevaplar verebilir.  işinin kendine anlattığı hikâye sürekli değişir. Geçmişe dair algılarımız sabit değildir. Ailemizle ilgili görüşlerimiz seksen defa değişebilir. Şimdi yalan gerçekten var mı? Hafıza seçicidir, duygular dalgalıdır. Hayatımıza bir bakarız “çocukluğum mükemmeldi” deriz. Beş dakika sonra bakar “berbattı” diyebiliriz.

“Yalan” dediğimiz şey, çoğu zaman bir korunma biçimi, bazen de henüz oluşmamış ya da henüz kabul edilmemiş bir farkındalığın işaretidir.

Kaldı ki postmodern terapi yaklaşımlarına göre, danışan tek bir doğruyu dile getirmek zorunda değildir. “Hakikat” değil, “anlam” üzerinde çalışırız. Bir cümle bugünkü haliyle “yalan” gibi görünebilir; ancak kişinin iç dünyasında anlamlı bir işlevi olabilir. O an için ona gereken budur.

Terapide önemli olan, danışanın neyi neden söylediğinden çok, o söylemin bağlam içinde ne işe yaradığıdır. Dolayısıyla, biri terapiye “yalanlarla” geliyorsa bu, terapinin işe yaramayacağı anlamına gelmez. Hatta çoğu zaman, tam da bu “yalanlar” — yani savunmalar, çarpıtmalar, suskunluklar — terapinin yol haritasını oluşturur.

Sonuçta terapi, mutlak doğruyu ortaya çıkarmaya çalışan bir sorgu süreci değil; kişinin kendisiyle ilişkisini dönüştürmeye çalışan bir diyalog sürecidir. Ve o ilişkide her “yalan” da bir bilgi kırıntısıdır.

Danışanlarımıza daha dürüst olmaları konusunda nasıl yardımcı olabiliriz?

Danışan için kabullenici bir ortam oluşturmanın etkili olacağı muhakkak. Sanıyorum terapistlere bu soruyu yöneltsem: “Danışanınızın daha dürüst olması için neler yapmalısınız?” Yüksek ihtimalle birçoğu şu şekilde cevap verecektir: “Güven ortamı oluşturmak, sıcakkanlı, sevecen olmak…” Elbette tüm bunlar terapide oldukça önemli. Ama danışanı daha dürüst olmaya teşvik etmek için tek başına yeterli olmadıkları da ortada.

Şu önermede bulunmak istiyorum: Bazen danışanlarınıza doğrudan sormanız gerekiyor. Örneğin, danışanımın intihar eğilimi olabileceğinden şüpheleniyorsam, bunu doğrudan soruyorum. Elbette usturuplu bir şekilde. “Bu hafta sizin için endişelenmeli miyim?” gibi.

Ayıp mı olur? Evet, bazen özür dilemem gerekebiliyor. Örneğin, “Ereksiyon probleminizi sadece eşinizle mi yaşıyorsunuz?” diye sorduğumda danışan tersleyebiliyor: “Ne demek istiyorsunuz? Ben şöyle böyle adamım…” Bu tür durumlarda terapi sürecinde özür dilemeyi ve ilişkiyi tamir ederek devam etmeyi de öğrenmek gerekiyor. İnsanlar, karşınızdaki kişinin dürüst olmadığını çoğu zaman sezer. Eğer terapide iyileştirici olan şey “ilişki” ise, bu dürüstlüğe ihtiyaç var.

Danışanları gizlilik konusunda rahatlatmanın en iyi yolu danışana karşı saydam olmak diye düşünüyorum. Klinik raporlarını onlara açıp göstererek açıklama yapabilirsiniz. Terapi seanslarında kendinize sakladığınız notlar almak yerine danışanla paylaşabilirsiniz notlarınızı. Ben bunu ayaklı panolara notlar alarak yapıyordum önceden. Şimdiler normal bir A4 kağıda biraz büyük yazıyorum ve masanın üstünde açık duruyor.  Michael White terapi seansı sırasında aldığı notları mektuplaştırarak danışanına veriyordu. Bu notlar kendisinde kalmıyordu.

Son olarak da, terapi ilişkisi belli bir düzeyde oturmuşsa, danışanları yüzleştirme yapmak da kimi zaman yerinde olabiliyor.

 

Kaynaklar

Blanchard, M., & Farber, B. A. (2018). Lying in psychotherapy: Why and what clients don’t tell their therapist about therapy and their relationship. In Disclosure and Concealment in Psychotherapy (pp. 90-112). Routledge.

About yonetim

Bunları da İnceleyebilirsiniz

Terapi hikayeleri: Minik Lina evde korku içinde

📖 Terapi Hikayeleri: Minik Lina Evde Korku İçinde Bu terapi hikayesi, ev içi çatışmalardan dolayı …