Danışanlarımızın çoğu, seansa girmeden önce telefonlarını sessize alıyor. Unutur ise özür dileyip kapatıyorlar. Ancak bu her zaman gerçekleşmiyor.
Hangi danışanlar telefonlarını psikoterapi seansları boyunca ellerinden düşürmüyor?
-
Sürekli bir yerlerden bir yerlere yetişmeye çalışan mükemmeliyetçi danışanlar.
-
Kolay kolay işlerini başkasına bırakamayan, çevrelerine karşı güvensiz kişiler.
-
İlk psikoterapi seansında henüz terapi sürecine uyum sağlayamamış danışanlar, zamanla terapiye ve meselelerine daha fazla ilgi gösterebiliyorlar.
- Endişeli danışanlar. Ben böylesi danışanlarımı telefonlarını açmaya teşvik ediyorum. Kısa bir cevaplamadan sonra seansa dönülebiliyor. Bu seans boyunca diken üstünde olmaktan daha evladır diye düşünüyorum.
- Ergen ve çocuk danışanlar umursamayarak mesajlaşmalarına devam edebiliyorlar.
Ergenlerin mesajlaşma alışkanlıkları ile ilgili yapılan birçok araştırma, bu alışkanlığın artık kültürlerinin ne kadar büyük bir parçası olduğunu gösteriyor.
Ergenler her yerde telefon kullanıyorlar. Terapi süreci de bundan nasibini alıyor.
- Ergenlerin yaklaşık %20’den fazlası okula gittikleri günlerde ortalama 120’den fazla mesaj gönderiyor (Frank, 2010).
- Ergenler ortalama günde altı mesaj atıyorlar (Ling vd. 2012).
- Telefonla mesajlaşmak ergenlerde güven duygusunu artırabiliyor (Otway vd. 2014).
- Ergenler mesajlaşmayı sosyal destek, başkalarıyla kontak içinde olma duygusu ve duygularını boşaltabilmek için kullanıyorlar (Dolev-Cohen, 2013).
!!! Alışkan oldukları için ellerinden telefonu düşürmeyen genç danışanları terapi motivasyonu hiç olmayanlarla karıştırmamak gerekiyor diye düşünüyorum. Aile terapisi seanslarına sürüklenmiş gibi katılabiliyorlar. Gönülsüzce oturup “ben geldim. Bedenim burada ama ruhum başka yerde,” diyebiliyorlar.
İlginizi çekebilir: Zorlama sonucu terapiye katılmış danışanların işbirliğini nasıl kazanabiliriz?
Kişinin arada telefonuna göz atması oldukça insani de olabilir.
Ortalama olarak insanlar telefonlarını ne kadar sıklıkla kontrol ediyor? Farklı araştırmalar değişen sayılar veriyor; örneğin, Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre yetişkinler günde ortalama 52 kez, 18-24 yaş arasındaki gençler ise 86 kez telefonlarına bakıyor. Böyle bir alışkanlık düşünüldüğünde, seans boyunca telefona hiç bakmamak ne kadar gerçekçi olabilir?
Terapi süreci nasıl etkileniyor?
Cep telefonları psikoterapi sürecini böler. Masada telefonun bulunması, konuşmasanız bile “her an görüşme bölünebilir” hissi yarattığı için konsantrasyonu bozar. Ne kadar hızlı açılıp kapatılsa da, devam eden düşünce sürecini kesintiye uğratır.
Telefondan gelen mesaj veya arama, hem danışanın hem terapistin duygularını etkileyebilir; danışan kaygı yaşayabilir, terapist ise rahatsız olabilir. Ancak danışanın mesajlaşmasının olumlu yönleri de vardır; özellikle seansta sıkılan veya gerginleşen ergenler, arada mesajlaşarak rahatlayabilir. Bu da terapiye katılımlarını ve seans boyunca odaklanmalarını kolaylaştırır.
Psikoterapistlerin tutumu
Pek çok terapist, danışanın seans sırasında telefonunu kısa bir süreliğine açıp mesajlara bakmasından içten içe rahatsız olur. Ancak çoğu zaman bu rahatsızlık dile getirilmez ve konuya olduğu yerden devam edilir.
Eğer telefon kullanımını seans boyunca istemiyorsanız, bunu açık bir şekilde belirtmeniz yerinde olur. Örneğin bilgilendirme formuna ekleyebilir ya da ofise “Lütfen telefonunuzu kapatınız” gibi küçük bir hatırlatma notu asabilirsiniz. Doğrudan danışana da “Seansa başlamadan önce telefonunuzu sessize almanızı rica edebilir miyim?” demek elbette mümkün. Peki, bunu yapmak yerinde bir davranış mı?
Bu noktada terapistin kişisel yaklaşımının önemli olduğunu düşünüyorum. Terapi sürecinde samimiyet (authenticity) ve uyum belirleyicidir. Eğer telefonun açık olması sizi gerçekten rahatsız ediyor, dikkatinizi dağıtıyor ya da danışana karşı içinizde olumsuz duygular oluşmasına sebep oluyorsa, bu durumu netleştirmek sürecin sağlığı açısından faydalı olabilir.
Bu konuda terapistler arasında farklı düşünce biçimleri öne çıkıyor.
Psikoterapi sürecinde nasıl kullanabilirsiniz?
Terapi sürecinde danışanın sözleri kadar beden dilini kullanma biçimini de gözlemleriz. Danışanların telefon mesajına bakma gibi alışkanlıklarını terapistler genellikle farklı şekillerde yorumluyorlar. Farklı terapi metodlarının penceresinden konuyu değerlendirdim.
Psikodinamik yaklaşıma bağlı terapistler için serbest çağrışım sürecinde telefonla uğraşması danışanın kabullenilemez olabilir.
Psikanalizler tahmin ediyorum farklı şekillerde analiz edeceklerdir danışanlarının mesajlaşma gibi davranış ve tutumlarını. Örneğin; ayrılık kaygısı, ‘surrogate mother’ (anne figürü yerine konulan cep telefonu), objeye bağlanma…
Hümanist yaklaşıma sahip terapistler şimdi ve buradaya odaklanmanın önemine vurgu yapıyor. Bu danışanın problemlerini geçmişine bakarak çözmekten farklı bir yaklaşım. Geçmişin etkisi bile olsa, yaşanmışlıkların etkisinin şimdiki zamana taşındığına inanıyorlar. Bu nedenle şimdide yaşananları incelemek çok daha önemli hale geliyor.
Danışanın dışarıda ilişki kurma biçimleri seans içerisinde de kendisini gösterecektir. Telefonla olan ilişkimiz de ilişkilerimizden biri. Bu manada terapist direkt konuya girebilir.
Psikoterapist: Merak ediyorum konu neydi? Sizi kaygılandırmış gibi görünüyor.
Sistemik Aile Terapisi Yaklaşımı
Bu bakış açısına göre, danışan kendi hayatının uzmanıdır.
Yani terapiye nasıl katılmak istediğine kendisi karar verir. Sessizce oturup dinlemeyi mi tercih ediyor, daha aktif bir şekilde konuşmak mı istiyor? Bu onun tercihidir. Aynı şekilde, seans sırasında telefonunun açık mı, kapalı mı olacağına da kendi otonomisiyle, yani kendi özgür iradesiyle karar verebilir.
Ancak bu yaklaşımda terapistin rolü de önemlidir. Sistemik aile terapisinde, terapist uygun ortamı hazırlamakla sorumludur. Yani danışanın kendi iç dünyasını rahatça keşfedebileceği, dikkatinin dağılmadığı bir atmosfer yaratmak terapistin işidir. Bu açıdan bakıldığında, telefona gelen bildirimlerle bölünen bir ortam terapi süreci için ideal olmayabilir. Elbette bu ortamı sağlamak için kendi telefonumu uzaklaştırıyorum hep.
Bir başka yaklaşım da şu: Genellememek gerekir.
Her danışan farklıdır, her ilişki özgün bir dinamiğe sahiptir. Dolayısıyla “herkes telefonunu kapatmalı” ya da “herkes serbest bırakılmalı” gibi katı kurallar koymak yerine, her danışanla içeriğe ve ilişkiye göre farklı bir denge kurulabilir. Bazen danışanın telefonunu açık bırakması, onun o anki ihtiyaçlarına uygun olabilir; bazen de seansı baltalayabilir. Bu daha post-modern esnek, bireye özgü bir bakış açısı.
Ben kendim sistemik aile terapisti olaran “buyrun açın” diyorum yetişkin danışanlarıma. Zira endişelenmelerini ve endişe içinde bir seans geçirmelerini, kısa bir “terapideyim, işim var vb.” cevap vermelerine tercih ediyorum. Bunda kronik hastalıkları olanlarla ağırlıklı olarak çalışmamın da etkisi bulunuyor. Malum bir elinde kahve (Türkiye şartlarında belki çay) diğer elinde sigara ortamı psikiyatri. Ayrıca terapideki en büyük amaçlarımızdan biri kronik hastalıkları olan bireylerin sosyalleşmesi. Bir de kişisel olarak etkilenmiyorum. Telefonla bölündükten sonra “şurada kalmıştık” diyerek özet geçiyorum. Bu da bir pozitif çerçeveleme imkianı sağlıyor.
Psikiyatrik hastalık teşhisi konulmuş ergenlerde ise temalaştırabiliyorum. “Sınıfınızın whatsapp grubu var mı, orada ne gibi şeyler paylaşılıyor. Takip ediyor musun, paylaşım yapıyor musun, yoksa daha çok tüketiyor musun.”
Danışanlarınıza yöneltebileceğiniz sorular
- Gelen mesajı okumadan beklemek nasıl bir duygu? Beklemeyi zorlaştıran nedir? Başka neleri beklemek zor ya da kolay hayatta?
- Sosyal medyadan ayrı kalmak nasıl bir deneyim? Ya diğer ayrılıklar?
- Telefon hoşlanılmayan konulardan konuşulurken nasıl da imdadına yetişiyor insanın?
- Eşiniz/kardeşiniz/… şu anda meselelerinizi konuşurken telefonuyla mesaj atıyor oluşunu siz nasıl deneyimliyorsunuz? (Evlilik terapisi ya da aile terapisi sürecinde)
Böylesi sorularla telefonla mesajlaşma konusunu temalaştırarak terapiye zenginlik katabilirsiniz.
Geri bildirimde bulunabilirsiniz
Danışanınıza dışarıdan nasıl göründüğü ile ilgili geri bildirimde bulunarak doğru algılayıp algılamadığınızı sorabilirsiniz.
Danışanı tutumuyla yüzleştirebilirsiniz
Danışanınızın mesajlaşmayı sürdürme alışkanlığı danışanla kontak kurmanızı zorlaştırıyorsa bunu da ifade edebilirsiniz. Bu gibi yüzleştirici geri bildirimler özellikle yeni çalışmaya başlayan terapistlere güç gelebilir. Daha çok psikoterapi tekniklerine, psikoterapi etkinliklerine odaklanmaya çalışabilirler. Bu konuda cesaretlendirebilirsiniz kendinizi. Zira gerçekten önemli olan bunlar oluyor.
Psikoterapi sürecinde yüzleştirme danışanın farkındalığını artırmak için yapılır. Danışanın düşünceleri, duyguları ve davranışları arasındaki tutarsızlıklar fark edildiğinde yapılır. Düşünceleri ve duyguları – Düşünceleri ve davranışları – Duyguları ve davranışları
Psikoterapist: Kendinize daha fazla vakit ayırmak istediğinizden bahsediyorsunuz, ama size mesaj yazan insanları hiç bekletmek istemiyor gibisiniz.
🚫 Yüzleştirme yapabilmek için iyi bir danışan-terapist ilişkisinin bina edilmiş olması gerekir.
Vaka örneği
Seans sırasında pencereden görülebilir şekilde bir balon geçer. İçinde balon turu yapan insanları bulunur. Terapist şaşırarak şaşkınlığını danışanla paylaşır. Danışan ise böylesi güzel bir sürprizin farkına dahi varmaz, oralıklı olmaz, kafasını çevirip bakmaz. Bu terapist için önemli bir ipucu niteliği taşır.
Terapi sürecini rahatsız edici kesintiler ister balon olsun, ister beklenmedik sayıda çok siren sesleri, dışarıdan gelen müzik sesi ya da bir telefon mesajı… Danışanlarımızın bunlara nasıl tepki verdiği bizim için önem taşıyor. Kimi danışanların tehdit algısı oldukça yüksek oluyor. Korkulu tepki verebiliyorlar. Kimisinde merak duygusu oluşuyor. Heyecan ve çabuk gelen hayal kırıklığı…
Sistemik aİle terapistlerinin analizleri değil hipotezleri olur.
Danışanı analiz etme ve teşhis koymak için kullanmıyorum gözlemlerimi. Bir gözlem, bir araç, temaya dönüşebilir.
Terapistler sıklıkla sanatsal objeleri odalarında bulunduruyorlar danışanlarına ilham vermesi için. Neden dışıradan gelen uyarılar da ilham verici olmasın.