Orta yaşlarda bir kadın danışan, geçtiğimiz hafta işyerindeki bir arkadaşıyla şiddetli bir tartışma yaşamış. Bu çatışma, onda yoğun duygular uyandırmış ve bu duygularla birlikte seansa geliyor.
Danışan: …Çok garip, çok tuhaftı. Kendimi ‘dışarıdan’ izliyor gibiydim. Kabiliyetli bir şekilde kendimi koruyordum ve bunda oldukça başarılıydım. Oldukça kendine güvenen biri gibi görünüyordum. Onun söylediklerini duyuyordum, kendi argümanlarımı ortaya koyuyordum. Hatta onun konuşmasını bitirmesine izin vermeden, katı yargılarım ortaya çıkıyordu. Gerçekten çok iyi laf sokuyordum.
Oldukça yoğun duygularla seansa gelebiliyor danışanlarımız. Böylesi durumlarda bazen bir önceki seansta yarım kalmış meseleyi tekrar açma şansınız olmuyor.
Bazı danışanlar ise her seansa bir kriz anı içinde gelirler. Bunların farklı şekillerde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her seansta önünüze farklı üç beş mesele getirirler ama aslında hiçbirini çalışmak istemezler.
Psikoterapist: Peki, nasıl hissettiniz?
Danışan: Harika!… Hayır, harika değildi… Korkunçtu!
Psikoterapist: İkisini söylerken sesiniz çok güçlü çıktı. Gerçekten, gerçekten harikaydı… ve aynı zamanda berbat bir histi.
Psikoterapist, danışanını anlamak için aktif bir çaba içine giriyor. Danışanın kavga anını anlatışına hemen kişilik çözülmesi gibi tanılar koymaya çalışmak yerine, danışanın duygu dünyasına eşlik ediyor. Neler yaşandığı kadar, danışanın bu yaşanmışlıkları iç dünyasında nasıl deneyimlediğine önem vererek, nasıl hissettiğini sorarak süreci başlatıyor.
Burada kişi merkezli terapide sıkça uygulanan ve maalesef danışanın sözlerini tekrar etmek olarak klişe şekilde eleştirilen yansıtma tekniğini görüyoruz. Psikoterapist, danışanının sözlerinin arkasındaki duyguları dikkatle dinleyip, bunları danışana yansıtıyor ve geri bildirim veriyor.
Danışan negatif duygularını terapistiyle paylaşabilecek kadar güvende gibi görünüyor.
Psikoterapistin danışanıyla birlikte adım adım ilerlediğini fark ediyoruz. Her yanıtında empatik (eşduyum) bir yaklaşım sergiliyor.
Danışan: Öyleydi ve ayrıca… Kendimi suçlu da hissettim… Ama yine de kendimi durduramadım. Sanki bir yanım onunla nasıl kavga ettiğimi seyrediyordu. Diğer yanım ise berbat hissediyor, suçluluk duyuyordu. Ama bunlar sadece gözlemciydiler. Beni durduramadılar.
Psikoterapist: Bu parçalar ne olduklarını fark edebiliyorlardı. Bu yüzden kendilerini kötü hissediyorlardı… Fakat sizi durduramadılar.
Danışanlarımız terapide sıklıkla ikircikli oldukları durumları dile getirirler. Duyguları karışık, müphemdir. Terapistin bu duyguları aktif ve empatik bir şekilde dinlemesi ve bunları danışana yansıtması danışanın duygularına açıklık getirebilir.
Danışan: Durdurulamazdım. Çok güçlüydüm. Kendimde değildim. Öldürücüydüm.
Psikoterapist: Oldukça güçlü geliyor kulağa… Bu kadar güçlü bir kelime beklemiyordum. Sizin kendinizi tehdit altında hissettiğiniz bir sahne gözümün önüne gelmişti. Ve siz savunmaya geçmiştiniz. Oldukça güçlü bir şekilde – oldukça etkili bir korumacı… ama siz bundan daha fazlasını söylüyorsunuz… bir ‘öldürücü.’
Psikoterapist, danışanına karşı oldukça içten bir şekilde şaşkınlığını dile getiriyor. Böyle geri bildirimler, danışanlar için çok değerli olabiliyor. Ayrıca danışanın kendisini “öldürücü” olarak görmesini yargılamıyor; sadece o anki duygu dünyasında danışanın bu seçimini şaşırtıcı bulduğunu ifade ediyor.
Terapist, danışanın korumacı tutumuna vurgu yapıyor. Bu konunun önceki seanslarda temalaştırıldığı varsayılabilir. Danışan, eskiden benzer durumlarda deneyimlediği korumacı tutumdan bahsetmiş; terapist bunu, şu an hissettiği “öldürme” hissiyle karşılaştırıyor. “Daha önceden böyle hissetmiştiniz, şimdi ise çok daha farklı, daha güçlü ve heyecan verici bir duygu yaşıyorsunuz. Şu an böyle hissetmek nasıl bir duygu? Tehdit altındayken korumacıydınız, ama aynı tehdit altında şimdi savaşçı rolündesiniz. Böyle hissetmenize, sizi savaşmaya iten güç ne oldu?” diye soruyor.
Danışan: Onu parçalara ayırabilirdim – Kolunu bacağını birbirinden ayırabilirdim… Tavuğun tüylerini yolar gibi. Yüzüne gülerek tabutunun çivilerini çakabilirdim. Çivi, bir çivi daha… Bana söylediği her şeyi tabutunda bir çivi olarak görüyordum [güler ve heyecanlanır.]
Psikoterapist: Güldünüz… ve heyecanlandınız…
Danışan: Kendimi böyle konuşurken duymak korkutucu.
Psikoterapist: Sanki şu anda bu hadiseyi hatırlıyor olmak sizin için eğlendirici gibi… ve korkutucu mu?
Danışan: Bir yanım zevk alıyor… fakat diğer bir yanım korkuyor.
Psikoterapist: Suçluluk duyan yanınız. Bu yanınız korkan ve iğrenen yanınızdan farklı bir yanınız mı?
Seans başında danışan suçluluk duyduğunu belirtmişti. Sonrasında diğer duygularına değinmişti. Terapist seans sonuna doğru suçluluk duygusunun diğer duygularla olan bağlantısını soruyor. Yani unutmuyor, göz ardı etmiyor. Bu terapistin aktif bir şekilde dinlediğinin işaretini veriyor bize.
Terapist tekrar tekrar danışanın hissettiği tüm duygularının özelliklerini soruyor, birbirlerinden farklarını… Danışan şu anda da konuşurken de aynı duyguları hissediyor mu bunu da irdeliyor. Hümanist yaklaşımın (kişi merkezli terapi, gestalt terapi…) önemli yapıtaşlarından biri de danışanları şimdi ve buraya davet etmek.
Kişinin uyumlu (authentic) olması, duygularını fark etmesi ve yaşamasıyla ilgilidir. Daha sonra “O gün gerçekten çok kızmışım” dediğinizde bir farkındalık ve içgörü kazanmış olursunuz. Ancak uyumlu olmak, geçmişe dönük bir içgörü değil; bireyin belirli bir duyguyu yaşarken bunun farkında olması ve o duyguyu tam anlamıyla deneyimlemesidir.
Danışan: Evet. Gerçekten çok farklı. Suçluluk duyan yanım yalnızca suçluluk duyuyor. Ne zaman sıra dışı bir şey hissetsem orada bitiyor. Hiç durmadan aynı şeyi söylüyor. Bütün hayatım boyunca oradaydı. Ama bu korkan tarafım bana daha gerçek geliyor.
Terapist: Korkan yanınızın farklı özellikleri mi var?
Danışan: Evet. Daha içimden geliyormuş gibi o. Diğeri, suçluluk. O sanki başkasının sesi.
Terapist: Burada size birçok yanıt verebilirmişim gibi hissediyorum. En azından bahsettiğiniz üç farklı yanınız için farklı şeyler söylemek istiyorum. Ne söylememi istersiniz?
Hümanist yaklaşım danışanı kendi hayatının uzmanı olarak görür. Carl Rogers şöyle ifade etmiştir:
“Neyin incittiğini, hangi yöne gidilmesi gerektiğini, hangi problemlerin önemli olduğunu, hangi tecrübelerin derinlerde gömülü olduğunu bilen kişi danışandır.” – Carl Rogers
Psikoterapistin, uzman rolüyle gücü elinde tutmadığını ve bunu eşitlikçi bir şekilde danışanla paylaştığını görüyoruz. İçtenlikle arzusunu dile getiriyor: “Burada hayatının uzmanı sensin, bana neye ihtiyacın varsa onu söyle” diyor. Bunu söylerken, “Aman danışanım beni yetersiz bulur” gibi bir endişeye kapılmıyor. Terapistin, bilmediği halde biliyormuş gibi davranması, içten olmadığını gösterir. Ancak bu içten tavır karşısında danışan da “Ben nereden bileyim, sana boşuna mı geliyorum? Sen bileceksin” gibi tepkiler vermiyor.
Danışan: [Bekler] Korkan yanıma daha yakın olmanızı istiyorum. Ona yakınlığa ihtiyacı var. Aynı zamanda güçlü yanım, acımasız olmasına rağmen, görmezden gelmemenizi isterim. O da bir şekilde önemli. Ama nasıl yapacağımı bilmiyorum…
Psikoterapist: Ona yakın olmanız sizin için önemli, ona benim sıcaklığımdan da vermek önemli.
Danışan: [Ajite olmuş, gözlerinde yaşlar varken] Evet… evet… Ama ona karşı dikkatli olun. Sizi yok etmeye çalışacak. Hele bir şey yapmaya kalkın, görün neler olacak. Kanatlarınızı yolmaya çalışacak.
Psikoterapist: Onunla bir şansım olacak mı?
Danışan: Öyle umuyorum.
Not: Tercümesini ve vaka incelemesini yaptığım bu terapi birey merkezli terapinin / kişi merkezli terapinin öncülerinden olan Brian Thorne ve Dave Mearns’a aittir.