Kitap incelemesi: Erol Göka “Hayatın anlamı var mı”

Hayatın anlamı konusunda yazılmış çizilmiş çok fazla kaynak var. Prof. Dr. Erol Göka mevzuyu varoluşçu felsefenin ışığında psikiyatrik açıdan inceliyor.

Varoluşçu felsefenin psikolojiye en büyük katkısı insan iradesine vurgu yapmasıdır.

Erol Göka önceki kitabı olan Hayata ve Aşka adlı kitabında “hayatın anlamı var mı” sorusuna cevap aramıştı. Bu kitapda konuyu genişletiyor.

İnsan iç dünyasında hayatın anlamını nasıl dert eder ve anlamsızlık sorunlarını nasıl yaşar’ bunları sorguluyor. Bunu yaparken tanımlaması oldukça güç olan hayat ve anlam kelimelerinden çıkarak yoğun bir felsefi tartışmaya girmiyor.

Hayata vereceğimiz anlam, yapacağımız tercihleri de belirliyor büyük ölçüde.


Yeni bitirmiş olduğum kitabı okurken kendim için almış olduğum notları derleyerek hazırladım bu yazıyı. Bu anlamda Sayın Göka’nın yazdıklarından ziyade, benim kitapdan kabıma sığabilmiş olanları içeriyor.

Yalnızca ruh sağlığı alanında çalışanlara değil, herkese faydalı olabileceğine inandığım bu kitabı okumak isteyenlere yazımla fikir vermeyi umuyorum.


İnsan da hayat da oldukça karmaşık. Yine de sabırla bu konulara eğilmeliyiz. Hayat mücadelesi veren insanın öncelikle hayatını anlamlandırması gerekiyor.

Hayat mücadelesi verebilmek için önce hayatın anlamını dert edinmeliyiz.

Hayat bir armağan mı, yük mü?

Kimi zaman bu dünyada var oluşumuzu ebedi bir hammallığa mahkummuşuz gibi deneyimliyoruz. Oysaki hayatı bize sunulmuş bir armağan olarak görerek şükredebileceğimiz birçok şey bulunuyor.

İrade

Hayatın anlamını kavrayabilmemiz için irade ve arzuyu anlamalıyız.

Hayatın anlamını incelerken Göka şu önkabulle yola çıkıyor: İnsanlar irade sahibidirler, özgür bir şekilde hayatlarına anlam verebilirler ve vermeliler de.

Kimi insanlar kendilerini hayatlarının başröl oyuncusu gibi hissetmezler. Adeta bir akvaryumu izler gibi izlerler yaşamlarını. Elbette hayatımızda kontrol edemediğimiz birçok nokta var. Ama irademizin rolü ne kadar belirleyici?

İnsan iradesinin sınırlarını anlamada psikoterapi bize önemli içgörüler kazandırabilir. 

Psikoterapinin insanlara vaadi şu. Yeterince çabalarsanız değişebilirsiniz. Fakat bunu söylerken bir çelişki içine düşüyor terapi. Zira psikoterapi kuramları bireyin sahip olduğu sıkıntıları için çevrelerini ya da çocukluk deneyimlerini sorumlu tutuyor.

Değişmek ne kadar mümkün?

Değişmek mümkün mü? Neleri değiştirebiliriz?

Ne kadar değişebileceğimizi incelerken iki önemli şeye bakmalıyız:

  • Modern kişilik yaklaşımları
  • Çocukluk yaşantılarının psikodinamik etkileri

C.R. Cloninger’a göre huy doğuştan gelir ve değişmez. Karakter ise sonradan elde edilir. Ancak kısıtlı bir miktar değişebilir. Mademki huy değişmiyor. Karakteri de değiştirmek zorsa… o halde psikoterapi neden?

Bu bağlamda günümüzdeki birçok terapi yönteminin kalıcı bir kişilik değişikliğini hedef almadıklarını da belirtmekde yarar var.

İradeye darbe vuran sınırlılıklarımız

Tarihsel açıdan bakarsak Viktorya döneminde iradeye aşırı vurgu yapılıyordu. Daha sonrasında ise irade birçok cephede darbe aldı. 

  • Sınırlılıklarımız. Doğum, ölüm, toplum, ahlak, yasalar…
  • Genetik. Psikopatolojilerin birçoğunun genetik temelleri bulunuyor.
  • Çevre koşulları
  • Freud ve bilinçdışı konsepti. Davranışlarımız bilinçli değil.
  • Kişilik gelişimi. Kişiliğimizin büyük kısmı çocukluk ve ergenlik döneminde oluşuyor.
  • Marx. Tarih iradeyle değil, sınıf mücadelesi ile sürüyor.

Sonunda elimizde kalan irade.

İnsan ancak iradesini kullanarak değişebilir.

Bazen dertler çok büyük gelirler. Ama irade ile insan yine de anlam dünyasını değiştirebilir.

İradesini kaldıraç gibi doğru noktaya yerleştiren insan yalnızca kendi yaşamında değil başkalarının yaşamında, hatta tarihte de önemli bir fail olabilir.

Sorumluluklarımızdan kaçınmak, kurban rolüne bürünmek gibi birçok zafiyete sahibiz. İradenin rolünü küçümsemek, bireyi sorumluluk almakdan uzaklaştırıyor.

Çelişki içindeyiz. Kendimizi bilinçdışının, genetiğin elinde çaresiz görüyoruz. Aynı zamanda modern bilimlerin, icatların mucidi olarak görüyoruz.

Tasavvufun iradeye bakışı şöyle olabilir. Mutlak özgürlük yalnızca Allah’a aittir. İnsan ancak ilahi niteliklere bürünebildiği ölçüde özgürlüğe ulaşabilir. Yalnızca insan-ı kamil özgürleşebilir.

Arzular

İnsan arzulayan bir varlıktır. Arzular geleceğin nasıl olmasını istediğimizi ortaya koyarlar. Arzularımız irademizin ateşleyici gücüdürler. İrademiz arzularımızı insana yakışır bir şekilde ıslah ederler.

Freud‘a göre arzu ve irade birbirleriyle çelişirler. Varoluşçu terapislerin Amerika’daki daha hümanist ve pragmatist yüzü olan Rollo May‘e göre ise arzu yoksa, irade de yoktur. Sadece irade var, arzu yoksa geriye ruhsuz, nöopüritan insan kalır. Arzu var irade yoksa robot adama dönebilecek, yönlendirilebilen, özgür olmayan çocuksu insan kalır.

Göka insanın iki uç arasında devindiğine vurgu yapıyor.

  • İrade ile arzu arasında
  • Modus (ılımlı, ölçülü, makul, rasyonalizm) ile aperion (irrasyonal, sonsuzluk) arasında
  • Mantık ile hermenetik (nitel, yaratıcı) düşünce arasında
  • Bilinç ve bilinç dışı arasında

Viktorya döneminde insan her şeyin üzerinde tutularak, mantığa büyük bir önem atfediliyordu. Şimdi ise insanın tamamiyle arzularının esiri olduğunun dile getirildiği bir dönemde yaşıyoruz.

Psikodinamik bakış açısı bebeğin anne ile kendisini bütün hissettiği döneme olan arzusunu temel alır.

Lacan’a göre insan ihtiyaç, talep ve arzuları arasında gider gelir.

İnsanın iki büyük ayrılığı annesinden ve cennetten ayrılığıdır. Sürekli dönmek ister, ama ulaşamayız. Geriye kalan hiç tatmin olmayan arzumuzdur.

Duygular

İradeyi ve mantığı önceleyenlerin sıklıkla düştüğü bir yanılgı duygu ve mantık karşıtlığıdır. Descartes’den beri ruh ve beden ayrımı yapılıyor. Duygusallık zayıflık olarak görülüyor.

Duygular zihinsel içerikle harekete geçerler. Yani duygular düşünceden önce gelirler. Duygular bize bedenimizi hatırlatırlar. Onların yol göstericiliği olmadan sağlıklı düşünceler üretemeyiz.

Sağlam düşünceler, sağlam bir duygusal yaşantıda meydana gelir.

Duygu ve mantık birbirleriyle karşıt değil bağlantılıdırlar. Duygusal sistemi iyi çalışmayan bireyler dürtü kontrolü problemi yaşarlar.

Duygularımızı fark ederek sahiplenirsek ihtiyaç ve isteklerimizin farkına varırız. Duyguların işlevsel hale gelebilmeleri için öncelikle ifade edilebilmeleri gerekiyor. Bu bağlamda duygu eğitimi şart. Duygu eğitimi olmadan duygularımız körelebilir. Ya da onları nasıl kullanacağımızı bilemez hale geliriz.

Hayatın anlamını dert edinen psikoterapistler

Erol Göka varolçu felsefe ve psikoterapilerin iddialarının bilimsel bir şekilde zamana uygun hale getirilmesi gerektiğine inanıyor. Henüz varoluşçu felsefeden elde edilen içgörüler psikiyatriye başarılı bir şekilde uyarlanamadı.

Göka psikoloji profesyonellerini hayatın anlamı konusuyla ve insanların bu konudaki çaba ve tıkanmalarıyla ilgilenmeye davet ediyor.

“Kendilerini varoluşçu terapist olarak tanımlamasalar bile birçok psikoterapist hayatın yakıcı pratikleri ve insanla ilgili bilgileri arttıkça varoluşçu olduğunu söyleyecek. İradeye sahip çıkmadan insana yardım edilemeyeceğini görecektir” (s. 55).

Yazar hayatın anlamı konusunda görüş bildirmiş kuramcıları eleştiriler bir gözle değerlendiriyor. Bunların başında Freud, Adler, Frankl ve Yalom geliyor.

Hayatın anlamı var mı? – Freud

Freud hayatın anlamı konusunda karışık mesajlar vermiştir.

  • Hayatın anlamı mutluluktur.
  • Freud’a göre ‘hayatın anlamı nedir’ sorusunu yalnızca din cevaplayabilir. Dinin doğru cevap verip vermediğini ise bilim tartar. Bu bağlamda Freud dine işlevsel bir anlam atfeder.

Hayatın anlamını aramak yararsızdır. Freud’un hayatın anlamını armaya olumsuz yaklaşmasının sebebi ne olabilir? İnsanlar hayatın anlamını genellikle kriz anlarında sorgularlar. Kastettiği bu olabilir.

Hayatın anlamı var mı? – Victor Frankl

Yaşamında ağır kayıplar vermiş olan Frankl toplama kamplarında hayata anlam katanların kurtulma şanlarının daha yüksek olduğunu görmüştür.

Cesurca hayatın acılarını karşılarsak anlam da kendiliğinden gelir.

Frankl’a göre sevgi hayata önemli bir anlam katar. İnsanı kurtaran ve yaralarını saran şey sevgidir.

Acılara rağmen de hayata anlam katabiliriz. Acılar hayatın anlamını bulabilmek için şart değildir. Fakat acılar kaçınılmaz olduğunda bilgi ve bilimcimizi artırma olanağı sağlar.

Frankl’e göre çağımızın en önemli psikolojik sorunu anlamsızlık ve varoluşsal boşluk.

Frankl tüm psikopatolojiyi hayata anlam vermek konusunda yaşanan krizlere dayandırır. Bu nedenle de indirgeyici olarak değerlendiriliyor.

Uğruna çaba göstermeye değecek hedeflerin peşinden koşarken mutluluk kendiliğinden gelir.

Varoluşsal boşluğu üç şekilde doldurabiliriz.

  1. Bir eser, bir ürün ortaya koyarak
  2. Bir insanla etkileşime girerek ya da bir şey yaşayarak.
  3. Başımıza gelen acılı hallere karşı bir tavır geliştirerek.

Anlam üretemeyen insan kaygı üretir.

Freud’u bilinçdışına yaptığı vurgu nedeniyle indirgeyici bulan Frankl bireyin manevi boyutunu önceler. Frankl’a göre asıl çatışma bireyin şeytani ve manevi boyutları arasında yaşanır.

Hayatın anlamı var mı? – Yalom

Yalom varoluşçu terapiyi günümüz ihtiyaçlarına uyarlıyor. Fakat ‘tüm psikopatolojileri ölüm korkusu ile açıklamaya çalışması’ indirgeyici bir üslup.

Yalom’a göre hayatın anlamını aramak yerine, hayat ırmağına dalmalıyız. Anlam sorunu yaşayan danışanlarımızı öncelikle yaşama bağlanmaya teşvik etmeliyiz. (Göka bu yaklaşımı gerçekçi bulmuyor.)


Yalom hakkında bir kısa not da ben eklemek istiyorum. Yalom’un çalışma şeklinin de tamamiyle psikodinamik olduğunu söylemek mübalağa olmaz.

Yalom Almanca konuşulan çevrelerde popüler bir psikanalist olarak anılır. Yalom’un varoluşçu olarak anıldığına ben ilk Türkiye’de rastladım. Varoluşçu terapiden ilham aldığı ortadadır. Ama varoluşçu’ların belki de en az varoluşçusur.


Günümüzde hayat ve anlamı

Modernite hakikatle aramızdaki mesafeyi açıyor.

Modernite hayatın anlamını aramamızı neden zorlaştırdı?

  • Hayat değersizleşti. Boş yere ölümler meydana geliyor. Ayrıca daha önceleri hayatın anlamı konusunda önemli bir kaynak olan dinin önemi azaldı. (Terry Eagleton)
  • Din, kültür ve cinsellik eskiden özel alandan çok kamusal alana aitti. Şimdi ise daha çok kitle iletişim araçlarına bırakılmış durumdalar. Cinsellik kamusal alandan çıkınca takıntıya dönüşmeye başladı.
  • Sanat da artık bir kurtuluş kaynağı olarak görülemiyor. Zira ‘şeyleşmiş’ dünyanın kendisini yansıtıyor.
  • Din ya radikalleşiyor, ya da bataklaşıyor.
  • Yerel kültür turizm pazarı haline geldi.
  • Alışveriş merkezlerinde amaçsızca dolaşan insanlar… Tüketim varoluşsal boşlukları doldurmak için kullanılıyor.
  • Hayatın anlamı bile kazançlı bir endüstriye dönüştü.
  • İnsanın yeni afyonu din değil spor.

Yine de tüm anlam sorunlarını modernite ile açıklamaya çalışmak indirgeyici bir tutum olur. Bir fayda da sağlamaz bize. İnsanlar eskiden de hayatın anlamını sorguluyordu. Bizden daha az kaynağa sahiptiler bu konuda. Ama varolan bilgi birikimini kullanma ve ikna olma konusunda daha ileri konumdaydılar. Modernite bizi daha dünyevi hale getirdi. Ama maneviyatı da tamamiyle yok etmedi.


Modernite ve hayatda anlam arayışı konusunda kısa bir not kendim de eklemek istiyorum kitabı okurken düşündüğüm.

Mutluluğun bir tarifi de kimilerine göre hayatda basit çözümler bulabilmektir. Modernite ile bireyselleşme ve ürünlere erişme imkanımız arttı. Artan tüketim ise hayatımızı oldukça komplike hale getiriyor.

Tüketim hayatın boşlukları dolduruyor deyince yalnıca alışveriş merkezlerinde saatlerce bir ürün arayanları düşünmeyin. Şöyle düşünün. Banyolarımızda eskiden belki de yalnızca bir kalıp sabun bulunuyordu. Şimdi ise evdeki herkesin kendisi için ayrı şampuanı, saç kremi, jeli… bulunabiliyor. Bunları organize etmek, derli toplu tutabilmek için ayrıca farklı ürünler alıyoruz. Evdeki herkesin kendisine ait bir banka hesabının olması, telefon faturalarının ayrı oluşu… Evlerimize her ay birçok fatura geliyor ve bunların takibi ile boğuşuyoruz. Tüm bunlar enerjimizi ve vaktimizi alıyorlar.

Eskiden ev hanımlarının daha zor şartlarda çalıştığı muhakkak. Çamaşır makinası, bulaşık makinası gibi yenilikler olmadan önce… Fakat kadınların ev için harcadıkları zaman yıllar içinde düşüş göstermedi. Belki de rutin işten daha komplike işlere dönüştüğü için mental olarak daha da yorucu hale geldi.


“Hayatın anlamı var mı” sorusuna dini ve ateist cevaplar

Dini ve ateist bakış arasındaki farkı anlamamız için iki türlü hayat arasında ayrım yapmalıyız.

  1. Bizi aşan hayat
  2. Kendi yaşamımız, ömrümüz.

Büyük hayata verdiğimiz anlam ömrümüz için devrişeceğimiz anlam üzerinde etkili olur. Daha tümdengelim bir bakış söz konusu.

Peki büyük hayatı anlamsız bulanlar kendi küçük ömürlerini anlamlı bulabilirler mi? Gelin sırayla bazı dinden beslenmeyen önermelere bakalım.

Hayatın anlamı – Dini olmayan bakış açıları

Hayatın anlamını dinde bulmayanların farklı anlam önerileri bulunuyor. Bunlardan bazıları;

  • Bireyin kendi bencilliğini aşması ve kendi üstündeki değerlere yönelmesi.
  • Benlik doyumu

“Madem geldik bu dünyaya en güzel şekilde yaşayalım ve ömrümüze anlam katalım.”

“Hayatın anlamını aramaya çalışmayın. Zira yok. Yaşayın gitsin.”

Stewart-Williams varoluşçuların büyük hayatı anlamsız bulmalarının faydalı olduğunu iddia etmiştir. Böylelikle ömürlerimize özgür bir şekilde anlam bulmaya çalışabiliriz. Williams’a göre evrim insanı özgürce hayatının anlamını belirleyebilecek düzeye yükseltti.

Göka evrimcilerle varoluşçuların aynı düzlemde olamayacağını iddia ediyor. Zira varoluşçular da bireyin biyolojik olarak indirgenmesini kabul etmezler.

Thomas Nagel‘e göre “okyanusta birer damlayız.” Yaşamın anlamsızlığına rağmen ayakta kalabiliyoruz. Bu bizim gücümüz. O halde yaşamın keyfini sürmeliyiz.

Dr. Klemke hayatın hazır bir objektif anlamı olmadığını, herkese göre anlamın değiştiğini iddia ediyor. Klemke anlam arayışı gibi büyük bir yükü tamamiyle insanın omuzlarına yüklüyor. Ayrıca biz henüz bulamasak da hayatın öznel bir anlamı olabilir.

Terry Eagleton hayatın anlamının neler olabileceği konusunda önermeler sunuyor bir dizi. Aralarında en büyük aday ona göre mutluluk.

  • mutluluk
  • özgürlük
  • güç
  • refah
  • ölüm
  • akıl
  • aşk
  • onur
  • hakikat
  • haz
  • devlet, ulus
  • özveri
  • tefekkür
  • doğayla uyum içinde yaşama
  • dünyevi başarı
  • çevrenin saygısı
  • olabildiğince fazla deneyim

Hayatın anlamı – Dini bakış açıları

Ehli kitap içerisinde farklı görüşler olsa da, hepsi insanı belli amaçlarla dünyaya gelmiş olarak görüyor.

Dini inancı olanların hayatın anlamını hazır paket olarak aldıkları, bu konuda kafa yormadıkları varsayımı bulunuyor. Oysaki “hayatın anlamı yok, fırlatıldık bu yaşama ve sürdürmek zorundayız” diyenler de kestirmeden gidiyorlar.

Bayram Toksöz Karasu “hayatın çeşitli anlamları maneviyatın yükselişinden doğar” diyor. Göka ise bir bilim insanı ve psikiyatr olarak böylesi bir kestirme cevap ile yetinmenin güç olduğunu dile getiriyor.

Dini bakış açısı hayatın amacını kul olmakla ilintiler.

İnançsızların hayatın anlamı konusunda verdikleri cevapların bir kısmı dindarlar için de geçerli olabilir. Örneğin, inançlılar da hatta belki daha da kolay bir şekilde hayatı bir armağan olarak görerek şükredebilir.

Din bu hayatta huzur, öteki alemde de cenneti garanti etmiyor. Hayatı anlamlandırmak konusunda bireyin yapacağı heykel için balçık sunuyor sadece. Büyük bir anlam kaynağı sunsa da inançlarımız, herkes yine de kendi dünyasında sorgulamalı. Anlam arayışı bizi hayvanlardan ayıran ontolojik gerçeğimiz.

Ayrıca hayatın anlamı kadar nasıl bir iyi hayat sürülmeli konusu da sorgulanmalı.

Anlam sorunları yaşayan insanlar

  • Fanatikler. Başkalarının hazır olarak sunduğu anlama körü körüne bağlananlar.
  • Her şeye aşırı anlam yükleyenler. Evhamlılar, hastalık hastaları, fobikler de bulunur.
  • Anlamsızlık ve yalnızlık duygularını çok yoğun hissedenler.
  • Anlam sorunu yaşayanlar.
    • Biyolojik sorunlar: Zihinsel özürlü, bunama, koma…
    • Biyolojik temelleri yüksek olan psikolojik rahatsızlıklar: Şizofreni, depresyon, OKB
    • Kişilik bozuklukları

İnsan hayatının bir alanında anlam içerisinde, diğer alanında ise anlamsızlık içerisinde olabilir. Tek bir kare ile değerlendiremeyiz insanları.

Elbette her anlam sorunu yaşayan insanın psikopatoloji taşıması da gerekmiyor. Anlamsızlık krizleri iyi değerlendirilirse, pozitif getirileri olabilir.

Hayatın anlamına dini ya da din dışı kestirme cevap verenler, anlam sıkıntısı yaşayan insanları yeterince anlamayabilirler.

Anlam sorunları bireyin yaşamına çeki düzen vermesi için yaşaması gereken molalar olabilir.

Hayatın anlamı sorusu oldukça önemli. Ama hiçbirimiz bu konuda sürekli kafa patlatmıyor. Sağlıklı da olmazdı bu.

Kaygılar

Varoluşumuz kaygı üretmeye müsait. Biyolojik, çevresel faktörler, geçmişimiz, yetiştirilme tarzımız da eklenince aksiyeteye uygun ortam oluşuyor.

Kaygıların temelinde fani oluşumuz yatıyor. Ölüm yaklaşıyor. Yapılacak şeyler var.

Varoluş kaygısını bastırmak için insanlar farklı yollar seçerler.

  1. Başka şeylere merak ve ilgi göstermek
  2. Gevezelik
  3. Ne yapsam etsem bilemiyorum diyerek yalnızca düşünmek
  4. Güç ve paraya aşırı önem vermek

Hayata angaje olmak

Aynı anda hayatın birçok cephesinde mücadele veririz. Bu cephelerin anlam hiyerarşisinde değişiklikler yaşandığında, bir işi tamamladığımızda, dönüşüm süreçlerinde hayata olan angajmanımız azalır.

Günlük hayat içerisinde iken ruh halimiz fark ettiğimiz şeyleri belirler. Bir şeylere meylederiz, ilgileniriz. Neye angaje olmuşsak bizim için anlam oradadır.

Hayata angaje olamadığımız zaman boşluk duygusu hissederiz. Böyle zamanlarda anksiyeteye yakalanmasak bile tadımız kaçar.

Can sıkıntısı hayata angajmanızın azaldığı zamanlarda ortaya çıkar. Yaklaşan bir varoluşsal krizin sinyallerini verebilir bize. Hayat mücadelesi veren insanların canı sıkılmaz.

Otantik olmak

Meşe palamudu meşe olma potansiyelini üzerinde taşır. İnsan meşeden farklı olarak biyolojik programının ötesindedir. Bu imkanı veren dilselliktir. Kelimeleri bilmesi ve anlam vermesi gerekir.

Otantik olmak halislik, hasbilik, sahicilik anlamlarına gelir. Otantik insan hayatta biricik olduğunun, kendisi olması gerektiğinin sorumluluğunun bilincinde insandır.

Otantik birey varoluşundan razıdır. Kendi seçtiği sorumluluklara bağlıdır. Kendi faniliğini kabul ederek elinden geleni yaparak kaliteli bir yaşam sürebilir.

İyi hayat otantik olmaktır.

Otantik olmayan birey nicel olarak birçok şeyle meşgul olabilir. Kendi iç dünyasındaki kargaşayı susturmak için dıştaki kargaşaya katılabilir. Fakat yaptıklarının nitel değeri düşük kalır.

Göka iyi hayat konusunda filozoflar arasında özellikle Kant’ın ödeve dayalı ahlaki eylemleri ön plana çıkaran yaklaşımını benimsiyor.


Erol Göka’nın “Hayatın anlamı var mı” kitabından çıkarılabilecek mesajlar şunlar olabilir;

  • Dünya bize bilgelik mirası sunuyor. Elimizden geldiğince bunlardan yararlanmalıyız.
  • Hakikat arayışında zirve yoktur. Tırmanış sürekli devam eder. Değişen dünyada biz de anlamı sürekli gözden geçirmeliyiz.
  • Hayat sürekli mücadele etmeyi gerektirir. Ama yalnızca mücadele yeri de değildir. Şükran duyacağımız birçok şey var.
  • Hayatı bir armağan ve anlamı da özgürce sunulmuş bir imkan olarak görebiliriz.
  • Hayata angaje olmalıyız. Neyle ilgileniyorsak anlam oradadır.

İlginizi çekebilir: Kitap incelemesiEngin Geçtan “Hayat”

About adminsinn

Bunları da İnceleyebilirsiniz

Başkalarını neden doğru dürüst dinleyemiyoruz? 10 Nedeni

Dinlemek iletişim kabiliyetlerinin belki de en önemlisi. Neden kabiliyet diyorum? Çünkü kabiliyetler öğrenilebilir, geliştirilebilir. Televizyon …