Hümanist Yaklaşım Nedir, Hümanist yaklaşıma bağlı psikoterapi metodları

Hümanist yaklaşım ve ona bağlı olan hümanist terapi metodlarını/okullarını tartışmadan önce hümanizm entellektüel akımını ve hümanist psikolojiyi hatırlamanızda fayda var.

Hümanist yaklaşım psikolojide üçüncü güç olarak tanınır. Sıklıkla varoluşçu ve benötesi terapi ile birlikte anılır.

Birinci akım bireyin gözlemlenebilir davranışlarına odaklanan davranışçı kuram ile bilişsel psikolojinin birleşmesinden meydana gelen bilişsel davranışçı terapidir. 

İkinci akım ise kişinin iç dinamiklerine önem veren psikodinamik yaklaşımdır.  Hümanist yaklaşımdan sonra post-modern terapi metodlarından olan sistemik yaklaşım ortaya çıkmıştır. Böylelikle terapi yöntemleri arasında dördüncü yol / kuşak adını almıştır.

!!! İlk üç psikoterapi yaklaşımı konusunda fikir birliği bulunmaktadır. Fakat sonrası için farklı iddialar ortaya sürülmüştür.

Hümanist yaklaşım nedir?

Hümanist yaklaşım insanın biricikliğine, özgürlüğüne, büyüme potansiyeline inanan, psikolojide bunlara vurgu yapılması gerektiğini savunan bir akımdır.

Hümanist yaklaşımın ilgilendiği başlıca konular şunlardır.

Karakter güçleri, değerler, özgürlük, insan onuru, yaşamın anlamı, olgunluk, doruk deneyimler (peak experience), psikoterapide ortak faktörler, sağlık, sevgi, umutiyimserlikdoğa, mutluluk, kendini gerçekleştirme, yaratıcılık, toplumsal cinsiyet, bireysellik, doğu psikolojisi (Budizm…), duygusal zeka, affedicilik, Var olmak “being”, yılmazlık: (Kendini toparlama gücü / psikolojik sağlamlık)maneviyat, sosyal zeka, Neurophenomenology, travma sonrası gelişimçokkültürlülük…

Hümanist yaklaşıma öncülük yapan isimler

  • Abraham Maslow
  • Carl Rogers
  • Rollo May
  • Virginia Satir
  • Clark Moustakas
  • Carl Whitaker
  • Erich Fromm

Hümanist yaklaşımın temel ilkeleri

Tüm insanlar özünde iyidir.

Hümanist yaklaşım iyimser bir bakış açısına sahiptir. İnsanlar dünyayı ve kendilerini güzelleştirme isteğine sahiptirler. Temel olarak iyidirler ya da en azından nötür durumdadırlar ve büyüme gelişme potansiyelleri bulunur.

Hümanist yaklaşım bireylerin pozitif potansiyelleri olduğuna inanır. Bu hümanist yaklaşımın hümanizmle olan ortak bakış açısını yansıtır. İnsani değerler, insanın değerli oluşu ve yaratıcılık ön plana çıkarılır.

Hümanistlerin sahip olduğu bu iyimser bakış açısı saflık olarak görülerek eleştirilmiştir.

Sevgi ölüm kadar güçlüdür. – VIctor Frankl

Hümanist yaklaşıma göre insan davranışları ahlak, etik değerler ve iyi niyetler tarafından yönlendirilirler. Özünde iyi olan insanlar kötü davranışlarda doğalarının dışına çıkarak bulunurlar. İnsanların ihtiyacı olan uygun bir yetişme ortamıdır.

Hümanist yaklaşımın bakış açısına göre birey değil davranışı yanlıştır. Yani yanlış davranışlarda bulunmakla bireyin insan olarak değeri azalmaz. Bugün bu anlayış diğer terapi yöntemlerinin yanı sıra eğitim gibi bir çok alanda kabul görmüştür.

Maslow’a göre bireyin anti-sosyal ve kıskançlık, haset gibi olumsuz duygularının temelinde gerçekleştirilemeyen sevgi, ait olma ve güvenlik gibi özünde olumlu olan arzuları yatmaktadır.

İnsanlar özgündür.

İnsanlar biriciktir. Fizikte ya da kimyada olduğu gibi genel kanunlar onları anlamamız için yeterli olmaz. Yere düşen bir topu düşünün. Topun hızı, ivmesi, kütlesi gibi özellikleriyle bu haraketini inceleyebilirsiniz. Cismin kütlesi şöyle ise bu şekilde hareket eder gibi yorumlarda bulunabilirsiniz. Fakat insanları düşünün. Bireyin davranışını anlayabilmek için önce onu özgün bir insan olarak tanımalısınız.

Bu şu anlama gelmektedir. İnsanları önceden belirlenmiş kategorilere sokarak incelemek doğru değildir.

En kişisel olan en evrensel olandır. – Carl Rogers

Hümanist yaklaşım fenomenolojiktir.

Hümanist yaklaşım insan deneyimlerini merkeze alır. Başkalarının davranışlarını dışarıdan gözlemlemek kadar bireysel farkındalığa ve öz keşiflere de değer verir. Yani insan davranışını sadece dışarıdan gözlemlemez. Davranışı gerçekleştiren birey açısından nasıl göründüğüne de bakar.

Özellikle davranışçılar insanı diğer pozitif bilimlerin yöntemlerini kullanarak incelemekte ısrarcı olmuştur. Örneğin; bir fizikçinin hareketi incelemesi ya da bir veterinerin hayvanları incelemesi gibi insanları incelemişlerdir. Felsefe, edebiyat ve bireyin öznel içgörülerine bilimsel incelemelerde yer verilemeyeceğini savunmuşlardır. Hümanist psikoloji ise insan deneyimlerinin zenginliğini anlamak için objektif gözlemlerin dışında farklı alanlara da bakılmalıdır der. Örneğin; felsefe, edebiyat, tarih, mitoloji, sanat, manevi deneyimler… Carl Rogers psikologlara felsefi bir bakış açısı getirdikleri söylendiğinde bunu kendilerine hakaret olarak gördüklerini ve buna anlam veremediğini söyler.

Fenomenolojik incelemeler kişinin birinci tekil şahısta dünyayı nasıl algıladığına önem verir. Bir insanı tanıyabilmek için onların kafasının içine girerek, dünyayı nasıl gördüklerini anlamaya çalışmamız gerektiğini söyler.

Vaka örneği

Evliliğinde problemler yaşayan bir kadın düşünün. Sadece aldatılmış olmak gibi evliliğinde yaşadığı sorunları biliyor olmayı yeterli görmeyiz. Aldatılmanın, sadakatin, güvenin… onun için ne anlama geldiğini, nasıl etkiler yarattığını da kavramamız gerekir. Bu kadının dünyasını anlamaya başladıktan sonra motivasyonlarını anlayabiliriz.

“Peki bunu tecrübe etmek sizin için nasıldı?” 

Bu gibi sorulara alışkın bir dönemde yaşıyoruz. Oysaki hümanistlerin içgörünün önemini ortaya attıkları yıllarda bakış açıları oldukça yenilikçiydi.

!!! Hümanist yaklaşımın öznel deneyimlere önem veriyor oluşu, objektif gözlemleri yok saydığı anlamına gelmemektedir. Diğer bakış açılarının aksine her ikisine de önem vermektedir.

Hümanist yaklaşım bütüncüldür (holism).

Hümanist yaklaşımın ortaya atıldığı dönemde etkin olan psikodinamik ve davranışçı yaklaşımlar insanın belirli unsurlarına odaklanmışlardır. Örneğin; davranışçılar adı üzerinde davranışları, psikodinamik yaklaşım bilinç dışını ve Wundt düşünceyi öne çıkarmıştır.

Hümanist yaklaşım insanın benliğine (self) vurgu yapar.

Hümanist yaklaşım sadece davranışlara, bilinç dışına, bilişe ya da ilişkilere odaklanmadığı gibi danışanı sadece bulgularından ibaret de görmez. Bireyin eksik yönlerinden ziyade kaynaklarını ve potansiyellerini öne çıkarır. Bu anlayışı üzerinde gestalt psikolojinin etkisi olmuştur.

Hümanist yaklaşım sadece bireyin iç dinamiklerinin bütününe odaklanmaz. Aynı zamanda yaşadığı sosyal çevre, dünya ve hatta evren ile olan ilişkisini de inceler. Duygularımız, düşüncelerimiz, bedenimiz, ilişkilerimiz ve manevi boyutumuz içerisinde değerlendirir.

Hümanist yaklaşım ile bireyin ihmal edilen manevi boyutu da hesaba katılmıştır. Zamanla büyüyen bir terapi metodu olan transpersonal psikoloji (benötesi psikoloji) hümanist yaklaşım ile yan yana büyümüştür. APA’nın 32. Bölümü olan Society for Humanistic Psychology 32 Division bünyesinde yer alır benötesi psikologlarda. Aslında benötesi psikoloji alanı için ayrı bir bölüm talebi gelmiş fakat defalarca APA tarafından bu girişimleri reddedilmiş, hümanist psikoloji bünyesinde kalmışlardır. Bu APA’nın mümkün olduğunca bölünmeme politikasını yansıtmaktadır.

Sahip olduğunuz tek şey bir çekiçse, her şeyi bir çivi olarak görmeye başlarsınız. – Abraham Maslow

İnsanlar özgür iradeye sahiptir. 

Varoluşçu ve hümanist yaklaşım üzerinde önemli etkileri olan Rollo May gibi isimler insanın özgür iradesi üzerinde durmuşlardır. İnsanlar kendi yaşamları ile ilgili verecekleri önemli kararlarla birlikte değişebilme potansiyeline sahiptirler.

İnsanlar kendi hayatlarını anlamlı kılacak şeyleri bulma özgürlüğüne sahiptir. Bu nedenle hümanist ve varoluşçu terapiler danışanın anlam arayışını desteklerler.

İnsanlar bir şeylerin arkasına saklanma, kendileri olma, gelişme ya da geriye gitme özgürlüğüne sahiptir.

Hümanist yaklaşıma göre insanlar sorumluluk sahibidir. Özgür iradeye sahip olan insanların kendi yaşamlarına yön verme sorumluluğu bulunmaktadır.

Elbette insan birçok zaman hayatının kontrolü elinde değilmiş gibi hisseder. Seyirci konumunda kendisini çaresiz ya da duyarsız hissedebilir. Bu durumlarda genellikle depresifleşirler. Ya da inkar gibi savunma mekanizmaları devreye girer. Böylelikle giderek uyumlu (congruent) olmaktan uzaklaşırlar.

Özgür olmak bireyde kaygıya da sebep olabilir. Seçme özgürlüğü aynı zamanda seçim yapma kaygısı da getirebilir. Belirsizlik, yaptığımız kararların doğru olup olmadığı ile ilgili endişeler belirebilir. Bunlar hümanistlere göre insancıl duygulardır.

Özgür olduğunun farkına varan birey cesur olmalıdır. Bu yaşama cesaretidir.

Seçeneklerimizin olduğunu inkar ederek geçmişte ya da gelecekte yaşabiliriz. Bireyler farklı şekillerde gösterebilirler kaçışlarını. Örneğin; hayaller aleminde vakitlerini geçirebilirler. Ya da hedonist zevklerin peşinden koşarak kaygılarını bastırmaya çalışırlabilirler.

Hümanist varoluşçu terapilerin diğer terapi metodlarından çok daha fazla demokrat olduğu iddia edilmiştir. Davranışçılar bireyin özgür iradesiyle haraket ettiği görüşüne karşı çıkarlar. Ünlü davranışçı John Watson şu iddialı sözlerde bulunmuştur.

Bana bir düzine sağlıklı, iyi görünümlü bebek verin. Benim istediğim şekilde yetiştirmeme izin verin. Siz içinden tesadüfü olarak herhangi bir tanesini seçin. Kabiliyetlerine, meyillerine, yeteneklerine ve geldiği ırk kökenlerine bakmaksızın, istediğim her hangi bir uzman yapabilirim ondan. Doktor, avukat, sanatçı, tüccar ve evet hatta dilenci, hırsız. – John Watson

Edinimsel koşullanma deneyleriyle tanınan Skinner ütopik romanı Walden Two‘da tamamiyle koşullanma deneylerine dayanan bir topluluk tasvir eder. Bu toplulukta para yerine pekiştireçler ve cezalar kullanılmaktadır. Amerikada Skinner’ın kitabından esinlenerek kurulmuş ve halen de varlığını sürdüren Walden Two Toplulukları bulunmaktadır. Bu topluluklarda çocuklar ailelerinin yanında değil de topluluk içinde bu iş için görevlendirilmiş bakıcılar tarafından büyütülmektedir. Bu toplulukları gezen Skinner bu şekilde çocukların hayatına daha fazla bakıcının girdiğini ve daha zengin bir ortamda büyüdüklerini iddia etmiştir.

Davranışçıların özgür iradeyi hiçe sayan tutumlarını Skinner şu şekilde özetlemiştir.

Bütün meselenin insanı nasıl özgürleştirmek gerektiği olduğunu varsaymak bir hatadır. Mesele onun kontrol edilme şekillerini geliştirebilmemizdir. – B.F. Skinner

Benzer şekilde psikodinamik yaklaşıma göre birey birçok zaman bilinç dışına itilmiş içgüdüleri ile haraket ederek bilinçli kararlar verememektedir.

Özgür iradeyi reddetmek terapide şu problemleri ortaya çıkarabilir. Psikoterapi sürecinde danışanın geçmişine yoğunlaşılarak daha çok entellektüel bir anlama çabasına gidilebilir. Fakat bu esnada şimdiki zamanda aktif olarak duyguların çalışılması ihmal edilebilir. Diğer bir husus ise geçmişe yoğunlaşılarak günümüzde danışanın elinde olan davranış ve tutumlarını değiştirebilme kapasitesi köreltilebilir.

Hümanist yaklaşıma göre Freud’un bahsettiği savunma mekanizmaları birey özgür olduğunun farkında olmadığı ya da seçim yapma ya da kişisel sorumluluğun getirdiği kaygılar olabilir. Örneğin; bastırma “bunu düşünmeyi reddediyorum” kararıdır.

İnsanlar amaçlarının peşinde koşar.

Hümanist yaklaşıma göre insanı güdüleyen tek şey öğrendikleri ya da bilinçaltlarında yatanlar değildir. Hümanistlere göre insanlar sürekli yeni hedefler edinirler. Bu amaçlara ulaşmak için çabalarlar. İnsanlar hep daha ileriye gitmek ve potansiyellerine erişmek isterler.

Victor Frankl psikodinamik ve bilişsel davranışçı yaklaşımlara olan tepkisini şu sözlerle dile getirmiştir.

Bana göre, sadece savunma mekanizmalarım uğruna yaşamak istemeyeceğim gibi, sadece tepki oluşturmalarım uğruna ölmeye hazır da olamam. Öte yandan insan, kendi idealleri ve değerleri için yaşayabilme, hatta ölme yetisine sahiptir. – Victor Frankl

Büyüme güdüsü

İnsanlar kendilerini sürekli geliştirerek gerçekleştirmeye çalışır.

Carl Rogers‘a göre sadece insanlar değil tüm organizmalar potansiyellerini gerçekleştirmeye çalışırlar. Örneğin; eve aldığınız soğanları ya da patatesleri düşünün. Onları karanlık bir ortama atıp uzun süre kullanmadığınızda cillenmeye başlarlar. Güneş görebilecekleri şekilde uzamaya çalışırlar. Topraksız, susuz bir ortam bitkinin büyümesi için uygun koşullar değildir. Fakat yine de büyümelerini gerçekleştirebilmek için ellerinden gelen çabayı gösterirler.

Bitkilerin sağlıklı büyümesi için gereken su, güneş… topraktır. İnsanın özgün bir birey olarak büyüyebilmesi için ise koşulsuz sevildiği, empatik bir ortama ihtiyacı vardır. Başkaları tarafından koşulsuz kabul edildikleri zaman onlar da kendilerini olduğu gibi kabul edebilirler.

İlginç olan paradox ancak kendimi olduğu gibi kabul ettiğimde değişebileceğim. – Carl Rogers

Bu anlayışı göre her insan bir potansiyel ile dünyaya gelir. Bu potansiyele ulaşabilmek için çabalar. Bu insanların kendileriyle ve çevreleriyle olan ilişkileri sağlıklıdır.

Bir insanın potansiyeli denilince fiziki, ruhsal, manevi bir çok boyutu akla gelmeli. Burada kasıt kariyer seçiminden çok daha ötesidir.

Maslow‘un çokça bilinen ihtiyaçlar hiyerarşisi göz önüne alındığında bireyler sürekli temel ihtiyaçlarını aşarak daha yüksek ihtiyaçlarına ulaşma motivasyonuna sahiptirler. Unutmayalım Maslow’a göre bu ihtiyaçlar evrenseldir.

Maslow’un ortaya koyduğu beş temel ihtiyacı hatırlarsak şunlardır;

  1. Fizyolojik ihtiyaçlar
  2. Güvenlik ihtiyaçları
  3. Ait olma ve sevgi ihtiyacı
  4. Saygı ihtiyacı
  5. Kendini gerçekleştirme ihtiyacı.

İnsan ne olmaya muktedirse “o” olmalıdır. – Abraham Maslow

Kendini gerçekleştiren bireylerin ortak özellikleri

  • Gerçekçidirler.
  • Yalnız kaliteli vakit geçirebilirler.
  • Özerktirler.
  • Uydumculuğa karşı dirençlidirler.
  • Saygılıdırlar.
  • Yüzeysel birçok ilişki yerine derin arkadaşlıkları tercih ederler.
  • Yeni deneyimlere açıktırlar.
  • Sürekli gelişerek, büyürler.
  • Öğrenme aşkları yüksektir.
  • Defansif değillerdir.
  • Herkes tarafından sevilmeye çalışmazlar.

İnsanlar anlam arayışı içindedir.

Belki bundan birkaç yüzyıl önce insanlara yaşamlarının anlamı olup olmadığı sorulsa “elbette var” derlerdi. Birçokları için halen din hayatlarına anlam katan yegane unsur. Fakat bu soru günümüzde daha fazla sorgulanıyor.

Bir çoğunuz etrafınızdaki insanların varoluşsal krizler yaşadıklarını duymuşsunuzdur. Charlie Chaplin’in meşhur Modern Zamanlar filminde bunu gözlemleyebilirsiniz. İnsanların her gün robot gibi işe gidip geldiklerini, günlerinin anlamsız ve monoton olduklarını gösteriyor.

İnsanın anlam arayışı üzerinde özellikle varoluşçular durmuştur. Varoluşçu filozoflara göre dünyaya bir anlamda fırlatılmışızdır. Dünyada çevremizde meydana gelenlerin bir anlam çerçevesinde olduğu varsayımı ile yaşarız. Oysaki yoktur. Bize hazır olarak din, kültür ya da çevremiz tarafından verilen anlamların yerine kendimiz anlam arayışında olmalıyız. Bu çevrenin, dinin ya da kültürün verdiği anlamları reddetmeliyiz anlamına gelmiyor. Ama bireysel olarak çaba göstermemiz ve sorgulamamız gerektiğini anlatıyor.

Psikopatoloji odaklı değildir.

Hümanist yaklaşım medikal modeldeki gibi bireyde neyin yanlış gittiği sorusunu sormaz. Tam aksine bireyin kaynaklarına ve potansiyeline odaklanır. Bireyin yolunda gitmeyen noktalarından ziyade tüm bireyi çalışır. İnsanların bulgularına indirgenmesine ve böylelikle toplumda etiklenmelerine karşı çıkar. Bu yaklaşım kendisinden sonra gelen post modern terapi metodlarını da (çözüm odaklı terapi, öyküsel terapi, sistemik aile terapisi) etkilemiştir.

Psikolojik hastalıklara hümanist yaklaşım getirilerek duygusal güçlükler yaşayan insanların toplumda marjinalleşmeleri karşısında bir nebze olsun adım atılmıştır.

Hümanist psikoloji belirli bir psikolojik hastalık tanısı almayan fakat hayattan çok fazla doyum alamayan, amaçsızlıktan şikayet eden “hasta olmayan” bireylere de yardımcı olabilmenin yolunu açmıştır.

Şimdi ve burada

Hümanist yaklaşım geçmiş ya da gelecekten ziyade şimdiye odaklanır. Bu yaklaşımı özellikle gestalt terapide görebiliriz.

Çalışmaya ilk başladığım yıllarda şu soruyu soruyordum kendime. Bu insanı nasıl düzeltebilir, iyileştirebilir ya da değiştirebilirim? Şimdi ise bu soruyu şu şekilde soruyorum. Bireyin kendi büyümesini gerçekleştirebilmek için kullanabileceği bir ilişkiyi nasıl bina ederim. – Carl Rogers

Benim danışanım işini bilir.

Neyin incittiğini, hangi yöne gidilmesi gerektiğini, hangi problemlerin önemli olduğunu, hangi tecrübelerin derinlerde gömülü olduğunu bilen kişi danışandır. – Carl Rogers

Carl Rogers direktif olarak danışana nasihat verilmesine şiddetle karşı çıkmıştır.

Danışanı hayatının uzmanı olarak gören Rogers’a göre terapist yalnızca ona kendi meselelerinin ve kaynaklarının farkına varabileceği, kendi problemlerinin üstesinden gelebileceğinin farkına vararak yollar arayabileceği ve büyüyebileceği bir ortam yaratmanın uzmanıdır. Rogers’ın bu bakışı birçok uzman olarak varoluşlarına bir tehdit olarak görülmüştür. Zira danışanlar hayatlarının uzmanı ise bu kendi güçlü pozisyonlarını sarsabilir.

Rogers’a göre terapistin danışanı kendisinden daha iyi tanıdığını düşünmesi oldukça tehlikeli olabilen bir sonuç doğurmaktadır. Danışan böylelikle kendi hislerinden, bakış açılarından şüphe duymaktadır.

Hümanist Yaklaşım– Öncüleri

Rollo May

Rollo May (1909–1994) yılları arasında yaşamış Amerikalı bir psikologdur. Hümanist yaklaşımın kurucularındandır. Amerikada varoluşçu terapinin öncüsü olarak tanınır. Rollo May Freud, Otto Rank gibi isimlerden, Amerikan hümanizminden ve Martin Heidegger gibi varoluşçu filozoflardan etkilenmiştir.

Rollo May’e göre ruh sağlığı için bireyin kendisini dünya ile bir bütünlük içinde hissetmesi gerekmektedir.

Martin Heidegger’e göre bireyin dünya ile olan ilişkisi farklı şekillerde olabilir. Birey kendi doğasını kabullenerek yaşadığında otantiktir. May’e göre otantik olmayan yaşam ruhsal açıdan sağlıksızdır. Buradan haraketle May’e göre birey dünya ile üç farklı ilişki biçimdedir.

Rollo May’e göre birey bu üç dinamik arasında dengede kalmalıdır.

Umwelt (çevre): Birey vücuda ve bilinç dışına sahiptir. Etrafındaki doğal kanunlara tabidir. Dengede kalabilmek için birey ölümün kaçınılmazlığını kabul etmelidir. Bir çok insan bunun çok da farkında değildir. Sürekli ölüm konusunu konuşmayı erteler. Hatta bu konu tabu hale gelmiştir.

Mitwelt (dünya ile): Birey anlamlı bir sosyal dünya içerisindedir. Başkalarıyla anlamlı ilişkiler kurar. İlişkideki her bir bireyin ihtiyaçlarının farkına varıldığı, saygı ve güvene dayanan bir ilişkiye vurgu yapıyor Rollo May. Birey başkalarını manipüle ederek ya da samimiyetin yaşanmadığı cinsel ilişkilere girerek karşısındaki kişiyi nesneleştirmiş olur. Umwelt’in farkında, fakat Mitwel’ti yaşamamış olur.

Eigenwelt (kendi dünyası): Birey içgörü geliştirmiştir. Kişi olayların kendisini nasıl etkilediğini ve nasıl hissettiğinin farkındadır. Elbette herkesin öncelikle kendisiyle düzgün bir ilişkisi olmalı. Kendi dünyası ile sağlıklı bir ilişki kuran bireyin öz-güveni ve kendisine saygısı yüksektir.

Fakat insanların kendileriyle kuracakları ilişki genellikle başkalarıyla ve çevreyle olan ilişkilerine esir olabilir. Birey kendisiyle olan ilişkisini başkalarıyla olan ilişkisi ile karıştırdığında robot gibi emirleri uygulayan uyumlu bir bireye dönüşebilir. Kişi kendi dünyasını çevreye taşırsa biyolojik dürtüleriyle haraket eden biri olabilir.

İlişkiler, dış dünya ve iç dinamikler arasında denge sağlanamazsa birey kaygı yaşayabilir. Savunma mekanizmaları geliştirebilir.

Carl Rogers

Carl Rogers (1902–1987) yıllarında yaşamış kişi merkezli terapinin kurucusudur. Otto Rank, Martin Buber gibi isimlerden etkilenmiştir.

İnsanların temelinde iyi olduklarını ve potansiyellerini gerçekleştirmek için çabaladıklarını öne sürmüştür. “Actualising tendency” -kendini gerçekleştirme eğilimi- terimini ilk olarak Rogers ortaya atmıştır. Daha sonra Maslow tarafından “self-actualization” kendini gerçekleştirme olarak çalışılmıştır.

Rogers’a göre sağlıklı bireyde şu özellikler bulunur.

Yeniliklere açıktır. Önlerine engeller çıktığında bundan bir şeyler öğrenmeyi, farklı tecrübeler yaşamaya hazırdırlar.

Farkındalık. Geçmişte takılı kalmazlar. Gelecek kaygısı ile de yaşamazlar. Bulundukları anı dolu dolu yaşarlar.

Öz-güven. Dışarıdan gelen sesler çok farklı da olsa birey kendi içerisinden gelen sesleri bastırmaz. Duygularını bastırmak yerine keşfetmeyi tercih eder.

Yaratıcılık. Birey mekanik bir şekilde karşısına çıkan tecrübelere cevap vermez. Yaşamla olan ilişkisi daha yaratıcıdır. Yaratıcı bir şekilde içsel kaynaklarını ve sezgilerini kullanarak uyum sağlayabilir.

Rogers’a göre bu gibi kabiliyetler uygun ortamda gelişebilirler. Temel olarak koşulsuz kabullenildiğiniz bir sevgi ortamında büyüyen çocuklarda bu özellikler gelişebilir. Kendisinde bu özellikler gelişen birey başkalarınında potansiyellerine ulaşabilmesi için yardımcı olur. Kapasitesine ulaşmış olanlar bencil değillerdir ve başkalarıyla sağlıklı ilişkileri bulunur.

Birey eğer koşullu sevilmişse bu durumda kendi iç sesini takip etmez. Bunun yerine dışarıdan gelen seslere göre duygularını ve davranışlarını kendisinden beklenen doğrultuda düzenler.


Hümanist Yaklaşım – Terapi Metodları 

Hümanist yaklaşım terapi yöntemleri arasında psikodinamik yaklaşım ve bilişsel davranışçı terapi yaklaşımından sonra gelerek üçüncü kuşağı oluşturmuştur. Hümanist terapi yönteminden sonra sistemik aile terapisi  onu takip etmiştir.

Birinci ve ikinci akıma bağlı metodları ayırt etmek kolaydır. Üçüncü akıma bağlı olan terapi metodları ise tartışma konusu olmuştur. Hümanist ve varoluşçu terapi yaklaşımını benimseyen en önemli terapi okulları kişi merkezli terapi, gestalt terapi, logoterapi, pozitif psikoterapi gibi metodlardır.

Kişi merkezli terapi

Amerika’da Carl Rogers tarafından geliştirilen bu terapi okulu bireysel bir iyimserlik sunar. Rogers kişi merkezli terapi ile büyük ölçüde psikiyatrlerin tekelinde olan psikoterapi eğitimi ve mesleğini, psikoloji alanına genişletmiştir.

Rogers bireyin sahip olduğu kendini gerçekleştirme içgüdüsünün terapi ilişkisinde ifade edilebileceğini söylemiştir. Terapist bunu koşulsuz kabullenme, empati [eşduyum] ve saydamlık ile gösterir.

Kişi merkezli terapiyi daha yakından tanıyabilmeniz için şu vakaları hazırladım.

Vaka analizi: Ders çalışma güçlükleri çeken öğrenci

Vaka incelemesi: İkircikli duygular

Süpervizyon vaka incelemesi

Carl Rogers’ın Gloria ile yaptığı seansın transkripsiyonu

Gestalt terapi

Direktif olan bu terapi yönteminde bireyin içinde bulunduğu anın daha iyi farkına varabilmesine çalışılır. Sözler kullanılmadan yapılan iletişime de önem verilir.

Fritz Perls, eşi Laura Perls ve Paul Goodman tarafından geliştirilmiştir.

Daha fazla bilgi için: Gestalt terapi nedir?

Varoluşsal Terapi

Varoluşçu felsefeye dayanmaktadır. Yaşamı daha iyi yaşayabilmek için, yaşamın anlamı hakkında düşünmemiz ve onu anlamamız gerektiğini öne sürmüştür. İnsanların sahip oldukları kısıtlamaların farkına varmaları gerektiğini savunmaktadır.

Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her duruma dayanabilir. – Nietzche

Hümanist yaklaşım – Kaynaklar

Göka, E. (2009). Varoluşçu Psikoterapi. Türkiye Klinikleri Psikiyatri Dergisi, Psikoterapiler Özel Sayısı. 2(2), 77-83.

About adminsinn

Bunları da İnceleyebilirsiniz

Terapi hikayeleri: Minik Lina evde korku içinde

Bu terapi hikayesi ile evdeki çatışmalardan dolayı korku içinde yaşayan çocuklara yardımcı olmayı ve yetişkinlere …

2 Yorumlar

  1. Tuba hanım merhaba. Ben bir klinik psikoloji yüksek lisans programının bilim sınavına hazırlanırken sitenize denk geldim ve çok faydalı bilgiler edindim bu nedenle teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca yurt dışında bizi bu şekilde temsil etmeniz çok güzel, başarılarınızın devamını dilerim.